BANA 10 YILDIR SORULAN SORUYU BEN
SORUYORUM; NECİP HABLEMİTOĞLU’NU KİM ÖLDÜRDÜ BULMAYA NİYETİNİZ VAR MI ?
Şengül
HABLEMİTOĞLU / 17 Aralık 2012
Önce hakkında bu kadar çok şey yazılan
bu insan kimdir bundan biraz söz etmek gerek… ‘’ Necip 28 Kasım 1954 yılında Ankara'da
doğdu, Atatürk Lisesi’ne gitti,
üniversite eğitimini 1977
yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın
Yüksekokulu'nda tamamladı. Türkiye’ninsiyasi ve toplumsal olarak en karışık
dönemlerinde üniversiteyi bitirdi ve
1977-1978 yıllarında Dilde, Fikirde, İşde Birlik adlı aylık bir dergi
yayımladı. 12 Eylül 1980’e kadar geçen sürede de çeşitli kuruluşlarda basın
müşaviri olarak çalıştıktan sonra
akademiye geçti, YÖK’le birlikte bütün üniversitelerde kurulan Ankara Üniversitesi
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde
yüksek lisans ve doktorasını
yaptı ve öldürüldüğü akşama kadar öğretim görevlisi olarak Ankara
Üniversitesi’nde Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi dersleri verdi. Türkiye
dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapan Necip, Orta
Avrupa ve Balkanlar'da Türk eserleri,
Türk azınlıkları ve
şehitliklerimiz konusunda alan çalışmaları
yürüttü. Bu çalışmalar çeşitli gazetelerde yazı dizisi olarak
yayımlandı. 1995-1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler Örgütü'nün
bir projesinde (UNDP) görev alarak
Moldova'da Gagauz Türklerinin Latin alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdi. Buradaki
görevi sırasında Cumhuriyet döneminin başında, bölgede Atatürk tarafından görevlendirilen
öğretmenlerin bulunduğunu belirleyerek bu öğretmenlerin bugün yaşayan öğrencileri ile geniş bir sözlü tarih çalışması yaptı ve
bir kısmını “Kemal'in
Öğretmenleri” başlığı ile yayımladı. Çalıştığı alanla ilgili çok sayıda kitap ve makalesi bulunan Necip Hablemitoğlu öldürüldüğü 18 Aralık
2002 tarihine kadar Ankara Üniversitesi’nde
“doktor” unvanıyla öğretim görevlisi
olarak binlerce öğrenciye 25yıl
boyunca
dersler verdi. Bir öğrencisi ‘’…Necip
Hablemitoğlu,
ülkenin çeşitli
yerlerinden gelip üniversiteye yeni başlamış pek çok genç için, yüzünün aydınlığı ve bilgisinin enginliği ile "demek
aydın kişi böyle
oluyormuş"
dedirten, onların nazarında hiç diğer
hocalara benzemeyen, kendisine duyulan sevgi ve saygıyla diğer hocaları da kıskandıran, o dersi verirken
sıkmadığı gibi, öğrencilerini pikniğe gitmişlercesine
mutlu hissettiren dopdolu bir inkilap tarihi hocasıdır aynı zamanda...’’ Bir diğeri
Gulen
yuzu,icten davranislari.mütevazi kisiligi,yardim severligi,ögrencisine duydugu
sevgi ve engin bilgisiyle mükemmel bir hocaydi. ‘’ diyor.
İlk kitabı II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet Rusya
tarafından Kırım Türklerinin kendi topraklarından zorunlu göç ettirilişini anlatan ve 1974 yılında yayımlanan Yüzbinlerin Sürgünü’dür. Çarlık Rusyası'nda Türk Kongreleri (1905-1917), Şefika Gaspıralı ve Rusya'da Türk Kadın Hareketi (1893-1920), Alman Vakıfları
ve Bergama Dosyası, Kırım'da Türk Soykırımı, Gaspıralı İsmail, Milli
Mücadele’de Yeşil Ordu Cemiyeti, Sovyet Rusya’da Devlet Terörü ve Köstebek
yazarın diğer kitaplarıdır. Necip Hablemitoğlu'nun özellikle Türkiye dışında
yaşayan Türk toplulukları ve Kırım Türkleri konusunda yayımlanmış tarihi belgelere dayalı çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Bir Kırım Türkü
olan Dr. Necip Hablemitoğlu Kırım Türklerinin Türkçü lideri İsmail Gaspıralı’ya ait tarihi belgelerden oluşan
bir arşive de sahipti. Ayrıca öldürüldüğü
dönemde Türkiye ve yurtdışında faaliyet gösteren bölücü terör örgütleri ve
Alman vakıfları ile Avrupa Birliği Uyum Yasaları içinde yer alan vakıflar
yasası konularında çeşitli araştırmaları bulunan Necip Hablemitoğlu, çalışma
alanına ilişkin Türkiye’de ve
yabancı ülkelerde sempozyum, panel gibi toplantılarda sayısız konferanslar
verip çeşitli televizyon ve radyo
programlarına katıldı. Ama her şeyden önemlisi yaşadığı sürede Kanije ve Uyvar
için mükemmel baba nasıl olunur için hep örnek oldu… ‘’
Türkiye gibi sancılarla kurtulmuş ve kurulmuş, hep sancılarla
ayakta durmaya, var olmaya çalışan bir ülkede, hele de Necip gibi bir yol
arkadaşınız varsa, yaşamda böyle bir noktaya gelmek, benim bulunduğum yerden,
bu satırları yazıyor olmak hiç de şaşırtıcı değil. Bu Ölümleri öyle
kanıksamışız ki, olaydan sonra benim ilk sözlerim "...zaten
bekliyorduk..." oldu. Öylesine kanıksamışız ki, bir gün böyle bir
şey olursa ne yapacağımızı bile O'nunla konuşmuşuz. Öyle çok kanıksanmış ki,
kurulan cümleler hep şöyle başlıyor; "...Hablemitoğlu kendisinden
önce öldürülen aydınlarımız gibi..." deniliyor. Sevgili Necip,
hangi değer, hangi inanç, hangi kazanç, hangi çıkar, -ya da ne denirse densin-
ne uğruna öldürüldü? Bu sorunun yanıtını benim vermem mümkün değil.. Ama ben
O'nun ne uğruna ölümü göze aldığını çok iyi biliyorum. O'nun bildik deyişle
"karıncayı bile incitemeyecek" naif ve zarif insanlığı kadar geniş ve
cesur yüreği ile Türkiye'yi çok sevdiğini biliyorum. "...Türkiye'nin
üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete, mihnete
değer mi, diyorsanız, Atatürk'ün manevi mirasçısı olarak evet değer, diyorum.
Çünkü Türküm ve başka Türkiye yok!..." diyen Necip, bir gün
öldürüleceğini bilerek yaşadı. O ve O'ndan öncekiler biliyorlardı da, ne
yazıktır ki, bu ülkeyi yönetenler bunca cinayete, teröre rağmen bu ülkenin yol
geçen hanı olmasının önüne geçmeleri gerektiğini hala anlayamıyorlar.
Necip, "Şeriatçı Terörün ve Batının Kıskacındaki Ülke:
Türkiye" çalışmasında diyor ki, "...bir terör eyleminin
planlanmasından gerçekleştirilmesine kadar geçen evrelerde o kadar çok çıkar
hesapları ve manüplasyonlar söz konusu olmaktadır ki, bir terör eyleminin
nereye kadar ulaşacağı ya da nihai sonuçlarının ne olacağı asla önceden
kestirilememektedir. Küreselleşen terörde son örnek, ikiz kulelerin yerle bir
edilişidir. Diyelim ki failleri de belirlenmiştir. Ama bu eylemi kimin
yaptırdığına, kimin yönlendirdiğine gelince, bu sorunun yanıtı asla tam olarak
ortaya çıkarılamayacaktır. Tıpkı, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner
Kışlalı, Muammer Aksoy gibi Cumhuriyet şehitlerinin öldürülmesini esas
planlayanların ortaya çıkarılamayışı gibi. Sadece araç olan tetikçilerin kim
oldukları, ideolojileri, tabiyetleri, inanç ya da inançsızlıkları önemli
değildir; yanıltıcı olan, sadece tetikçilere bakarak yargıya varmaktır. Doğru
yaklaşım ise, söz
konusu Cumhuriyet şehitlerinin faaliyetlerinden en çok hangi dış ülkenin
çıkarlarının zarar gördüğünün belirlenmesinin yanı sıra, aynı kayıpları tekrar
vermemek için gerekli caydırıcı önlemlerin alınmasıdır..." Evet, kendi ölümünün faillerini de açıkça ortaya koyan,
katilini çok yakından tanıyan Canım Necip, bahsettiğin önlemler, uyarıların
dikkate alınmamıştır. Bu önlemleri almak yerine, "...kardeşim, sen
de git yazdıklarına biraz dikkat et., "denmiş ve hatta hakkında
sahte tutuklanma / gözaltı belgesi düzenlenmiş, bir de bu sahte belge -yaygın
deyişle- bir kısım medya tarafından kullanılmış, aynı bir kısım medyaya Necip
tarafından açılan tazminat davaları kazanılmıştır. Geçmiş suikastlerden hiç bir
ders çıkarılmamıştır. Sistematik bir biçimde aydınların katledildiği cinayetleri,
önlemek ve faillerini ortaya çıkarmak sorumluluğunu yerine getirmesi gereken
ilgililerin dahi, "...faili meçhul olarak kalacak..." yaklaşımı
ile baktıkları bir ülkede, hangi demokrasiden, hangi hukuk devletinden ve en
önemlisi devletten söz edilebilir mi? Siz kendinizi devlet zannetmeye devam
edin…
Ben biliyorum ki, teröre karşı tedbir alması gerekenler,
ilgililer, yetkililer vs. Necip'i ve Necip'ten öncekileri anlamasalar da,
yazdıklarını / çalışmalarını riskli bulsalar da, O'nu anlayabilmiş o kadar çok
insan var ki.. Bunların başında yüzlerce
öğrencisi geliyor. Onlar Necip'i çok iyi anladılar ve fikirlerini
içselleştirdiler. Bu çok önemli bir kazanım, çünkü onlar Türkiye'nin aydınlık
geleceği... Necip zeki, duyarlı ve yalın bir Türk aydını idi. Aynı zamanda
kocaman, sevgi dolu yüreği, sıcacık bakan gözleri ve hiç eksilmeyen gülümsemesi
ile özel bir insandı. Dürüst, gözüpek, güvenilir ve onurlu biriydi. Yaşamın tüm
zorluklarına karşın elindeki avucundaki her şeyi, ama en çok da sevgiyi
paylaşmayı bilen gerçek bir beyefendi ile sırt sırta vererek geçirdiğim yıllar
için Tanrı'ya şükrediyorum. Suikastten sonra, kimlere ve nerelere hizmet
ettikleri herkesçe malum, sermayenin ve gücün
basınındaki o çok bilmiş kimi köşe yazarları, ya bu olaya hiç değinmemeyi yok
saymayı tercih ettiler ya da her zamanki gibi kuşku yaratmaya çalıştılar ve
hak edilmiş bir ölüm olarak bir "derin devlet" senaryosu
içine koyuverdiler. Tıpkı şimdi yapıldığı gibi... O zaman bunu açığa çıkarmak
da basının işi mi diye görülüyor pek çok olaydaki gibi… Belki soruşturmayı da
ajitasyon-provokasyon ve bavul gazetecileri yürütüyordur savcılar Hablemitoğlu
suikastı soruşturuluyor mu ya da dosya nerede bilmediklerine göre.
Hani 10 yıldır bana soruyorsunuz ya; ‘’… Necip Hablemitoğlu neden
öldürüldü ve kimler yapmış olabilir…’’ diye, bana göre Necip susturulmuştur. Bu bir yok etme cinayetidir
ve aynı zamanda, ülkede her çeşit
emperyalizme direnç gösteren tüm sivil inisiyatife bir gözdağıdır. Kimlerin
yaptığını bulmak ise yetkililerin görevidir, sahi bir de namus borcuydu bu
cinayetin çözülmesi, ama diğer yandan da bu cinayeti bu ülke ört bas etmişti.
Hangisine inanacağız, varın benim yerime Allah Rızası için biraz da siz düşünün
ve sorun …