12 Mayıs 2012

ANNELİĞİN DOĞASI (5 Mayıs 2012 tarihinde II.Ulusal Ebelik Günleri kapsamında yaptığım konuşma) 

İnsanlar efsanelere inanır; kendi yarattığı bu efsaneler arasında sıkışıp kaldığını fark etmeleri de zaman alır; ancak annelik miti de öyle kolay yıkılacağa benzemiyor.

Şekilden şekle giriyor, “uzmanların” bilgi desteği ile sürekli yenilenip etkisini devam ettiriyor.

Anne olamayan kadınlar acı çekiyor, eziklik hissediyor ve tüp bebek merkezlerinin kapısını aşındırıyor.

Hamilelik başka macera, doğum başka, çocuğa bakıp büyütmek ise tam bir ömür törpüsü. Anneler bir türlü kendilerinden emin olamadıkları bu süreçte asla tedirginliklerini üstlerinden atamıyor.

Anneliği annelerden öğrenme dönemi kapandıktan sonra her kuşakta başka bir anne tipi model olmaya başladı. Bir zamanlar emzirmek elzem değildi; şimdi zorunlu. Kundaklama, hatta bebeğin yatış şekli de büyük değişiklikler geçirdi. Sezeryanla doğum tartışması sürüyor.

Bu tartışmalar arasında sosyal bilimciler ve özellikle feminist sosyal bilimciler çocuğun her şeyi maskelediğini, çocuğu doğurduktan sonra bakımını üstlenen ve genellikle tek başına büyüten kadını gerçeklerden, kendinden uzaklaştırıp hayattan kopardığını iddia ediyorlar.

Haksız da sayılmazlar zaman zaman kadının en önemli, hatta tek sorumluluk alanı çocuk; ilişkileri, evliliği kurtarıyor, övünç kaynağı oluyor. Din adamlarının, sağlık uzmanlarının, tıbbi bilginin, siyasi iktidarların ve diğer annelerin ortak inşa ettiği bu yapıya itiraz etmek neredeyse olanaksız.

Hatta anneliğin evrensel ve ortak hiçbir davranışının belirlenemeyeceği, aksine, her kadına, kültürüne, aldığı eğitime, hırslarına, hayallerine, düş kırıklıklarına göre değiştiği ve kulağa ne kadar zalim gelirse gelsin, annelik sevgisinin de yalnızca bir duygudan ibaret olduğu, dolayısıyla koşullardan etkilendiği vurgulanıyor.

Bu duygu bir kadında mevcut olabilir de olmayabilir de. Kadınlar çocuk doğursalar da bu duyguyu taşımayabilirler yada doğurmayan kadınlar bu duyguyu yoğun olarak taşıyabilirler. Anne olmak için bir çocuğu doğurmak gereken dönemler de sona erdi. Annelik bir arzu, istek… Bu bir kadında güçlü de zayıf da görünebilir, çünkü her zaman toplum tarafından tanımlandığı gibi  anneliği sergilemek artık olanaklı değildir, değişen toplumsal yapı ve değerler de bunu gerekli bulmamaktadır.

Kadınların bedenleri, düşünceleri, hal ve hareketleri nasıl tanımlanıp belirleniyorsa anneliğin de bundan payını aldığını söylemek mümkün.

Medeniyet ürünü yeni annelik sınırsız özelliklere sahip. Günümüzde modern kentli kadın, doğum pratiğini bilmediği için kendini tümüyle uzmanlara bırakıyor. Abartılmış risk algıları ülkeden ülkeye, doktordan doktora değişiyor. Kadınlarda anneliğin içgüdüsel olduğunu söyleyenler, çocuk için neyin, ne zaman yapılması gerektiğine dair listeler hazırlıyor, işleri hafifletmiyor, aksine çoğaltıyorlar.

Annelik çok tipik davranış kalıpları olan ve beyindeki özel nöral sistemler tarafından yönetilen ve yürütülen tamamen doğal bir süreçtir.

İnsandaki annelik davranışı ve bu davranışı sağlayan nöral sistemler milyonlarca yıllık evrimsel gelişimin bir ürünüdür. Anne beyninin kendi yaşıtları olan doğurmamış kadınların beyninden çok farklı olduğu ve özellikle kendi yavrusu konusunda son derece duyarlı olduğu kanıtlanmakla birlikte, işin içine akıl, eğitim, sosyo-ekonomik koşullar girince bu biyolojik evrimsel süreç yönetilebilir hale geliyor. Oysa anneliğin biyolojik süreci kadınları tek tip bir davranış kalıbı göstermeye hazırlıyor.

Biyolojik bilimler annelik davranışının esas olarak genetik ve hormonal etkenlerce tetiklenip sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır, ancak tabii ki, annenin çocukluğundan itibaren almış olduğu eğitim ve yaşanan olumlu ya da olumsuz olaylarca anlamı değişebiliyor.

Tüm memeliler gibi insanda da annelik davranışının doğal ve otomatik olarak nörobiyolojik sistemler tarafından başlatılması ve sürdürülmesi sayesinde yenidoğan bebeğin korunup kollanması ve böylece neslin devamı garanti altına alınmış oluyor. Anne çocuğunu önce kendi ihtiyacı için emzirir, yani biriken sütün acısını gidermek için. Meme vermesini sağlayan ilk neden sevgi değil, kendi bedeninin dayattığı ihtiyaçtır.

Ancak emzirmek zaman zaman moda zaman zaman değil, emziemeyi yükselen değer kılmak için dönem dönem  anne sütünün faydaları anlatıla anlatıla bitirilemiyor, hatta kampanyalar düzenleniyor. Bu durumda çeşitli nedenlerle bebeğini emziremeyen anne -sütü azdır, apse yapar, çocuk beğenmez- emzirememenin ezikliğini yıllar sonra bile üzerinden atamıyor, çocuğun üstüne daha çok düşüyor.

Oysa emzirmek çocukla sürekli yakın ilişki gerektirir ve bu temas alışkanlığı annelik şefkatini doğurur. Kimi kadın bu duyguya saplanıp kalır, kimi denetleyerek çocukla ilişkisini dengelemeye çalışır, kimi de aldırmaz etkilenmez.

Annelik çok tipik davranış kalıplarının sergilendiği fizyolojik bir durumdur. Memelilerde türün devam edebilmesi tamamen bebeğin anneye bağımlı olduğu belli bir dönemde ayrıntılı annelik hizmetinin ona sunulmasına bağlıdır. Yeni anne olan dişide bebek doğar doğmaz davranış değişiklikleri gözlenir. Bu davranışlar bebeğin derhal bakımını ve korunmasını temin eden davranışlardır ve annelik davranışı olarak adlandırılır.

Memelilerin çoğunda çocuğun bakımı dişiler tarafından sağlanır. Annenin doğum öncesinde yavru için çok hazırlık yapmış olması ve süt üretebilme yeteneğine sahip olması nedeniyle, doğa memelilerde annelik bakımı görevini dişiye vermiştir. Memelilerde sosyal uyaranın esas kaynağını anne-çocuk ilişkisi oluşturur, dolayısıyla anne bakımı sosyalleşmenin ana kaynaklarından biridir. Annenin çocuğunun ihtiyaçlarını bilmek zorunda oluşu insanlarda ‘’zihin okuma’’ (theory of mind ya da ToM), duyguları anlama ve empati yeteneğinin bu kadar gelişkin olmasını da sağlamıştır. İnsanda bebeklik dönemi uzundur. Bunun nedeni insan beyninin diğer bütün primatlarınkinden daha büyük olması ve gelişmesinin ancak yıllar içinde tamamlanabilmesidir. Hayvanlarda genel olarak avcı türlerin bireyleri daha az gelişmiş ve anne bakımına daha uzun süre ihtiyaç duyar halde doğarlar, avlanan türlerin yavruları ise (avcılardan hemen kaçabilmek amacıyla) hareket edebilen durumda ve daha gelişmiş halde doğarlar. Bu nedenle avcı türlerin annelik bakımları genellikle daha uzun sürer.

Çocuğun normal fiziksel ve ruhsal gelişimi için anne bakımına ve sık dokunulmaya ihtiyacı vardır. Özellikle memelilerde özel bir dönemde (örneğin kemirgenlerde doğumdan sonraki ilk hafta) annenin bakımı, dokunması, yalaması bu gelişim açısından önemlidir. Anne yokluğu çocukta sosyal, davranışsal ve bilişsel işlevlerin gelişiminde geriliğe, strese cevap sisteminin anormal gelişimine, öğrenme ve bellek bozukluklarına ve ilerde kendisinin de iyi anne olamamasına yol açmaktadır

İnsan ve hayvanlarda annelik davranışının gelişmesi için genetik (oksitosin, prolaktin, östrojen alfa reseptör genleri gibi), çevresel (bebeklik ve çocuklukta örnek alınan anne davranışları, doğumdan önce ve sonra bebeklerle karşılaşma, bebeğin uyarısı) ve hormonal [doğumdan önce östrojen ve progesteron, doğum sırasında ve sonrasında oksitosin, prolaktin ve kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH)] etkenlerin birlikte geliştirdikleri özel nöral yolaklar gereklidir. Bu özel nöral yolakların gelişmesi işlemi nöral plastisitenin sonucudur. Dişi beyninin annelik davranışları, doğumdan itibaren başlamak ve dişinin üretken olduğu yaşlarda (ergenlikle başlayan döngüler, gebelik, postpartum dönem ve nihayet çocuk-anne ilişkileri sırasında) hızlanmak üzere ilerleyen kendine has bir nöral plastisite sonucunda gelişir ve oturur.

Anneliğin anneye faydası var mı?
Polonya’da yapılan bir çalışmada her çocuğun annenin hayat süresini ortalama 95 hafta kısalttığı bildirilmiştir. Bu çalışmada çocukların babanın ömrünü kısaltmadıkları, her kız çocuğun babanın ömrünü 74 hafta uzattığı, erkek çocuğun ise babanın hayat süresine bir etkisinin olmadığı bulunmuştur. Bu farklılığın, annelerin üremenin, hamileliğin ve doğum sonrasındaki ağır iş yükünün sonucu olarak yaşadıkları enerji kaybı ve hastalıklara daha açık olmaları, babaların ise böyle bir bedel ödemeden kızlarından daha iyi bakım ve destek almaları, böylece daha sağlıklı bir ortamda yaşamalarının sağlanmasına bağlı olabileceği ileri sürülmektedir.

İyi anne-çocuk ilişkisinin gelişiminin sağlanması
Annelik bakımı çocuğun yaşaması, dolayısıyla türün devamı için son derece önemli olduğundan doğa iyi bir anne-çocuk ilişkisinin gelişimini garanti altına almış gibi görünmektedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için doğa tarafından kadını anneliğe hazırlayan ve anneliğe daha kolay tahammül etmesini sağlayan bazı hazırlıklar yapılmakta ve gerekli donanımlar anneye verilmektedir;
1. Kadının çocukluktan itibaren anneliğe hazırlanması.
2. Kadının gebelik sırasında anneliğe hazırlanması.
3. Doğumla birlikte anneliği başlatan hormonların salınması.
4.Annenin annelik görevini ‘’severek’’ yapabilmesi için anneliğin ödüllendirici etkisi.
5. Annenin belleğinin güçlendirilmesi.
6. Annenin yabancılara karşı saldırganlığının artması.
7. Bebeğin anneye sevimli görünmesi.
8. Bebeğin çığlığına annenin koşması.
9. Çocuğun anneye bağlanması.
10. Çocuğun duygularının anne tarafından anlaşılabilmesi.
11. Annenin düşüncelerinin çocuğa odaklanması ve çocuğun korunması ve bakımı konusunda titiz olması.

Anneliğin türün devamlılığı açısından son derece önemli olması nedeniyle kadınların anneliğe hazırlanmaları işlemi doğa tarafından  bebekliklerinden itibaren özenle ele alınmaktadır. İnsan ve diğer primatlarda bebek yaşlarından itibaren dişilerin bebeklere ilgisi, dokunma sayıları erkek çocuklarınkinden fazladır. Bu cinsiyet farkının ergenlik döneminde iyice belirginleştiği ve perinatal dönemde beynin maruz kaldığı hormonlarla ilişkisinin olabileceği ileri sürülmektedir. Özellikle östrojenin bu konuda önemli olduğu düşünülmektedir. Nitekim doğumdan hemen sonra overleri alınmış dişi rhesus maymunlarının bebeklere ilgisinin az olduğu, ancak erişkinlikte östradiol yerine konulursa bu ilginin normale döndüğü bildirilmektedir .

Kadınlar çocukluktan itibaren sosyal ilişki kurmakta daha başarılıdır. İnsanlarda hem kadın, hem de erkeklerde sosyal ilişki kurabilme yeteneği ile fetal testosteron düzeyi ters orantılı bulunmaktadır. İşte kadın ve erkeğin sosyal davranışlarının farklı oluşunun altında farklı üreme stratejilerinin olması gerçeğinin yattığı ileri sürülmektedir. Kadınlarda çocuğun sayısından çok kaliteli yetiştirilmesi esas olduğu için, onların hem çocukları ile hem de etraftaki diğer dişilerle (özellikle akraba dişilerle) iyi sosyal bağlar geliştirmeleri gereklidir.

Kadınların daha sosyal varlıklar olmasının ardında da bu evrimsel gereklilik bulunuyor olabilir. Özellikle primatlarda anne dışındaki dişilerin de annelik davranışı gösterebilmeleri sayesinde, çocuğun başkaları tarafından da bakılıp büyütülebilmesi mümkün olmuştur.  Bunu sağlayan hormonlar aynı zamanda sosyal tanıma ve sosyal ilişkileri de kolaylaştıran hormonlar olduğu için bu hayvanlar sosyal hayvanlardır.




Dişinin gebelik sırasında annelik için hazırlanması
Dişinin gebelik sırasında anneliğe hazırlanması işlemi genellikle gebelikte düzeyleri artan hormonlar tarafından yapılmaktadır. Burada özellikle östrojen ve progesteronun rolleri önemlidir. Doğurmamış koyunlarda östradiol ve progesteronla ‘’ön duyarlılık sağlama’’ (priming) yapıldıktan sonra vajinoservikal uyarı ile oksitosin salınışı başlatılırsa otomatik olarak annelik davranışları başlamaktadır. İnsanlarda da annenin gebeliği sırasındaki östradiol düzeyleri ile doğumdan sonraki çocuğuna bağlılığı arasında pozitif ilişki olduğu bildirilmektedir.

Gebelik boyunca yüksek olan progesteron ve östrojenin annelik davranışında önemli olan beyin bölgelerinde oksitosin ve prolaktin reseptörlerinde artış oluşturarak anneliği başlattığı belirtilmektedir. Doğumdan hemen sonra östrojen ve progesteron düzeyleri düşmekte, ancak annelik davranışı bir kere tetiklendikten sonra bu düşüşün anneliğe olumsuz bir etkisi olmamaktadır.

Gebelikte annede yaşanan bir diğer değişiklik annenin bebeğin kötü kokularına karşı duyarlılığının azaltılmasıdır. Gebelik sırasında oluşan hormonal değişikliklerin etkisi sonucunda kadının bebekle ilişkili kötü kokuları daha tarafsız, hatta bazen ödüllendirici bir koku olarak algılanmasının sağlandığı ileri sürülmektedir.

Oksitosin doğumdan hemen sonra anneliğin başlaması için gereklidir, ne var ki, sürdürülmesinde o kadar önemli değildir. Doğumdaki vajinoservikal uyarı oksitosin salınışını uyarmakta ve bu artan oksitosin doğum ve annelikle ilişkili birçok olayı birlikte başlatmaktadır. Oksitosin doğuma yardımcı olmasının yanı sıra, süt salınışına yardımcı olmakta, MPOA, BNST, amigdala ve olfaktor bulbtaki reseptörlerini uyararak annelik davranışını başlatmakta, annenin çocuğunun kokusunu kavraması ve onu bu yolla tanımasını sağlamakta ve bir yandan da bazal hipotalamustaki reseptörleri aracılığıyla cinsel isteği baskılamaktadır.

Emzirme sırasında salgılanan oksitosinin aynı zamanda annenin anksiyetesini ve stres düzeyini azalttığı kanıtlanmıştır. Ayrıca oksitosinin annenin bebeğin işaretlerini anlayabilmesinde ve onu tanımasında da olumlu bir katkı yaptığı ileri sürülmektedir. Oksitosin kalabalık gruplar halinde yaşayan hayvanlarda ise annenin kendi çocuğunu tanımasında etkilidir. Son yıllarda süt kafası diye sohbetlere konu olan davranışların nedeni de bu hormonal mekanizmadır aslında.

Oksitosinin özellikle ilk doğumda annelik davranışının başlatılması için gerekli olduğu, sonraki doğumlarda ise artık oksitosin gerekmeksizin annelik davranışının sürdüğü bildirilmektedir. Annenin ilk doğumu değilse oksitosinin bloke edilmesi annelik davranışını engellememektedir. Kısaca  burada ‘’bir kez anne olmuşsan artık ölünceye kadar annesin’’ demekten başka açıklama yoktur.

Doğumdan sonra dişide annelik davranışının başlatılmasında prolaktin hormonunun rolü de önemlidir. Memelilerde doğum sonrasında hem annelerde, hem de babalarda bir prolaktin yükselmesi gözlenmektedir. Prolaktin annelik davranışını uyararak desteklemektedir. Dişi hayvanlar yavru hayvanlarla karşılaştıklarında prolaktin salınışı artar. Prolaktin reseptörleri olmayan fareler yavrularına annelik davranışını gösteremezler

Kadınların önceki doğum deneyimleri arttıkça merkezî sinir sistemi prolaktin reseptörlerinin duyarlılığı artmakta, böylece önceden anne olmuş olanların bebeklerle karşılaştıklarında hiç anne olmayanlara kıyasla çok daha hızlı biçimde annelik davranışına geçişleri sağlanmış olmaktadır. Oksitosin nöronları annenin çocuğa bağlanmasında önemli olduğu gibi, annelik tarzının nesilden nesile (anneden kıza) aktarılmasında da önemli bir rol oynuyor gibi görünmektedir.

Gerçekte bu biyolojik etkileşimler olsun ya da olmasın annelikten temelde beklenenler;
-Çocuğunun kendi ihtiyaçlarını ve doğasını fark edebilmesi,
-Çocuğun gelişimine uygun destek verebilmesi,
-Şartsız kabul ve sevgi göstermesi,
-Çocuğunu bir birey olarak kabul etmesi, 
-Çocuğuna her ne olursa olsun, gözlerinde bir ışıltıyla bakabilmesidir.

Ama asıl hepimizin anlaması gereken annelik yeteneği olmayan ya da annelikle ömür tüketmek istemeyen kadınların da rahat bırakılması ve bu tercihe en az anne olmayı tercih etmeye duyulan saygı kadar saygı duyulmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder