14 Nisan 2014

Son Günlerin Düşündürdükleri...

Umut varsa iyimseriz demektir, ya da iyimser olursak umut da kendiliğinden gelecektir… 

 Her yeni günle birlikte Türkiye’de her birimizi ayrı ayrı etkileyen çeşitlilikte olaylarla karşı karşıyayız. Zaman zaman hem yakın çevremden hem de sosyal medyadan edindiğim izlenim; giderek umutlu ve iyimser olmakta artık daha fazla zorlandığımız yönünde…

Bu sadece kişisel olarak yaşamımızda bir şeylerin yolunda gitmeyişi değil. Son zamanlarda artan bir huzursuzluk ve güvensizlik var toplumda. Kötümser bir bakışla değerlendiriyor insanlar yaşananları. Öyle ki, mizah kara bir politik mizaha dönüştü. Acı acı gülümsüyoruz o kadar.

Savaş ve ekonomik kriz riskinin artışına dair bir algı var. İşsiz kalma, devlet şiddetine ve mobingine maruz kalma, tutuklanma korkusu taşıyor insanlar. Sosyal medya kaynaklarının bir kısmının yasaklanması, yayınlanan tapeler, izlemeler, fişlemelere ilişkin haberler, çocuk, kadın ölümleri, kayıplar, kurumlar arasında yaşanan çatışmalar,  velhasıl hepimiz tedirginiz. Büyük fotoğrafa bakınca karamsarlığa düşmemek pek de mümkün  görünmüyor.

Eski bir Çin atasözü; ‘’…iyimser insan her felakette bir fırsat, kötümser ise her fırsatta bir felaket görür.’’  diyor. Yaşadıklarımla geçen yıllara bakınca bu sözün doğruluğuna inandım. Ancak bu yaklaşım herkes için aynı ölçüde gerçekçi olmayabilir. Biliyoruz ki, hepimizi yaşama bağlayan hedeflerimiz var. Yaşamla bağımızı bu hedefler taze tutuyor. Bütün olumsuzluklara karşın, umut ışığını görebilmek önemli. Yoksa hedefi tutturmayı bırakın, hedeflerimiz giderek bizden uzaklaşacaktır. Nasıl ki, hergün güneşin doğacağını, gecenin gündüze dönüşeceğini biliyorsak; olumsuzlukların da sonsuza dek sürmeyeceğini biliriz aslında… Sakın bu da ‘’Polyannacılık’’ deyip geçmeyin.  

Umutlu ve iyimser olmak gerçekte bir karakter, üstelik geliştirilebilir değerli bir insani özellik. Hiç kimse doğuştan iyimser ya da kötümser değil. Bunların her ikisi de karakterlerimize bağlı birer davranış biçimi. Yaşadıklarımız aslında bizi iyimser ya da kötümser yapan. Size bir sır vereyim mi? kötümser olmaya giden yollar çeşitli ve keskin. İyimser olmak için gidilecek yollar ise, çok sınırlı. Bu  nedenle  istekli, ısrarcı ve inatçı olmak bu sınırlılığı aşmak için ön koşul. Kötümserler için çözüm yoktur kabullenme vardır. İyimser; ‘’ hayır, mutlaka bir yolu olmalı’’  der… Öyleyse şunu rahatlıkla söylemeliyim ki, iyimser aslında saf bir Polyannacı değil, bir savaşçıdır. Olumsuzluklara ilişkin farkındalığı vardır, üzülür ama çözüm için  çalışır, kaçmaz ve aşmaya çabalar. Amerikalı yazar,  William Arthur Ward; “gerçek iyimser sorunların farkında, çözümleri de bilen, zorlukları gören ama üstesinden gelineceğine inandır. Olumsuzluklarn farkındadır ama olumlu durumları da aynı oranda görür, en kötüye açık olup, en iyiyi bekleyendir. Şikâyet etmek için çok nedeni vardır ama gülümsemeyi seçendir.” der. Ve ‘’ karamsar ters esen rüzgardan yakınır. İyimser, rüzgarın dönmesini bekler... ‘’

David L. Weatherford; ‘’Bir güçlükle karşılaştığınızda kendinize bir kaçış yolu değil, bir çıkış yolu arayın…’’ diyerek iyimseri tarif etmektedir. Aslında iyimserler gerçekçidirler, yaşamı güllük gülistanlık görmezler,  yaşam toz pembe değildir. Zorluklar karşısında elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar. Bu noktada iyimser olmaya çalışmanın güçlü bir karaktere giden yolun anahtarı olduğunu da kabul edelim.İyimser olmak insanın kim olduğunu bilme yolculuğunun da ulaştığı son duraktır aslında. John Ruskin; "Bilge insan, her durumda kendisine destek olacak bir şeyler bulur. Onun hüneri, her şeyden iyimserlik çıkarmasıdır." derken, kültürümüzün kemale ermek kavramını açıklar. İyimser bakış açısı bizi her an daha da bilgeleştirecektir. İyimserlik olumluya odaklanma mottosunun yaşamdaki somut gerçekliğidir.

Kötümser düşüncelerimiz artmaya başladığında, daima kötü olaylar olacağı yönünde gelişen bir algı bizde alışkanlık halini alır. Her olayda, her anda aradığımız ve gördüğümüz tek şey, olumsuzluklardır.  Yaşamın karanlık tarafına mahkum olmanın da kaynağıdır kötümserlik… İyimserler dünyaya geniş bir perspektiften bakarlar. İyimser  için şimdi vardır, geleceği ve tehlikeyi ise sezinleyebilir. Ama bunun için yaşama küsmez.

Hiçbirimiz kötümser olmayı istemeyiz.; ama kötümser olmak iyimser olmaktan çok daha kolaydır.  İyimser olmanın kendi kendini kandırmaktan farklı olduğunu da anlamalıyız. Gerçeği görmek yerine Pollyannacılığı tercih ettiğimizde  hayal kırıklığının kaçınılmaz olduğunu  da bilemeliyiz.

Neden bazı insanlar sorunlar içinde boğulurken, neden bazı insanlar  sorunların üstesinden gelebiliyorlar?

İyimser sorunlara karşı duyarsız değildir. İyimser için sorunlar çoğunlukla sorunun çözülmesi  yönünde teşvik edicidir. Ve iyimserler bu adımı hızlı atarlar. Son yılların popüler deyişi ile çaresiz değil çare ‘’siz’’sinize karşılık gelen insanlardır iyimserler.    

Safça iyimserliğin dert, mantıklı  iyimserliğin ise, ön görülü olmak anlamına geldiğini unutmayalım.

Hepimiz için gelecekle ilgili beklentilerimizi etkileyen ve biçimlendiren temel duyguların başında umut ve iyimserlik gelir. Bu duygu, aslında çoğu insan için çok derinde temel iki soruyla başlar. Bunlar; “yaşamımın gerçek bir amacı ve anlamı var mıdır?” ve “ben niçin varım ve buradayım?” sorularıdır. Yaşamımızın bir amacı olduğunu ve yeryüzünde önemli bir neden için var olduğumuzu keşfedebilirsek umut gelişir. Umut taşıyan iyimser nasıl biridir?
Umutlu iyimser;
·         Değiştiremeyeceklerini kabullenir; esnektir, çözüm için her yolu deneyip bir türlü çözüme ulaşamıyorsa üzülmek yerine bundan ders almayı seçip aynı hataları yapmamaya çalışır. Bir dahaki sefere üstesinden gelmeyi öğrenmişdir.
·         Yaşamının odak noktasında ‘’sevgi’’ vardır.
  • Bilinçli, donanımından gelen  bir ‘’özgüveni’’ vardır.
  • Değişime açıktır, değişimden korkmaz.
  • Çatışmaz, barış içinde uzlaşabilir.
  • Yargılamaz ve anlamaya çalışır. Farklı olana saygı duyar.
Çok bilindik bir sözle bitirmek istiyorum, "iyiler asla düşman olmazlar..." denir.
Şimdi uzunca bir süredir toplumca yaşadıklarımızı ve karşılaştığımız insanları burada yazdıklarım ışığında bir kez daha değerlendirelim. Ve çocuklarımızı yetiştirirken taşıdığımız sorumluluğun ülkeleri, devletleri yönetmekten çok daha önemli olduğunu kabul edelim. Unutmayalım yetiştirdiğimiz her çocuk bir gün etrafımızda eleştirip, beğenmeyip yakındığımız insanlara kolayca dönüşebilir…