Giriş
Türkiye’de son yıllarda çocuklar çeşitli suçlar nedeni ile yaşlarının birkaç katından fazla cezalara mahkum edildiler. Çoğu çocuk yetişkinlerle aynı cezalara çarptırıldı. Oysa çocuk suçluluğunu yetişkin suçluluğundan ayıran koşullar irdelendiğinde; suçlu çocuklar için ‘’af’’ tan söz etmek, anayasa paketleri ile çözüm üretmek yerine nedenlerinin anlaşılması, önlenmesi ve özel bir statü yaratılması gerekiyor. Çocuk suçları Türkiye’nin gündemine yakın zamanda politik şiddetin içinde ‘’taş atan çocuklar’’ olarak geldiler. Ardından da başka çocukları taciz eden, tecavüz eden azmettiren çocuklardan söz edilmeye başlandı. Türkiye çocukların hem mağdur hem de zanlı olduğu olaylarla sarsıldı, toplum dehşete kapıldı. Türkiye önceleri uzun bir süre baklava çaldıkları için ağır cezalar alan çocukları konuşurken, çocukların, gençlerin içinde oldukları olaylara bakıldığında çocuk suçluluğundaki artış ve işlenen suçların çeşitlenmesi tartışmaları da derinleştirdi. Profesör annesinin boğazını kesen, ya da kız arkadaşını öldürüp testere ile vücudunu parçalayan, oyunda kızdığı arkadaşını öldüren, çete üyesi olup gasp yapan, hırsızlık yapan çocuklar …
Türkiye’de son 5 yılın rakamlarına bakılınca suç patlamasının üç büyük ilde yaşandığı, toplam suçların %42’sinin Ankara, İstanbul ve İzmir’de gerçekleştiği, suç işleyen ya da suça karışan çocukların yaş ortalamasının yıldan yıla düştüğü, genellikle 11 yaşında suç işlemeye başlayan çocukların 14-17 yaşlarında yetişkin suçlarına karıştıkları anlaşılmaktadır. Bireylerin, ailelerin dolayısı ile toplumların zaman zaman pasif ya da aktif olarak başvurduğu ve her geçen gün içinden çıkılmaz bir duruma dönüşen şiddet; çok yönlü, tehlikeli toplumsal bir sorun olarak gittikçe büyümekte. Her suçun şiddet içerdiği düşünüldüğünde, sürekli artan suç işleme oranının, aynı zamanda artan şiddettin göstergesi olduğu adli vakalarla ortaya çıkmaktadır.Yapılan araştırmalar aile içi şiddetin, gençleri şiddet davranışına ve suç işlemeye yönelten en önemli sosyalizasyon süreçlerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa günümüzde çocukların sosyalizasyonunda ailenin etkisinin giderek azaldığı bilinmektedir. Çocukların suça karışmaları ya da mağdur olmaları tek bir nedenle açıklanamayacak evrensel bir boyut kazanmış olmakla birlikte, çocuk suçluluğundaki artışın en belirgin nedenlerinin başında olumsuz ve kötü örnek oluşturan toplumsal sorunlarla birlikte, aile ilişkilerindeki çatışmaya, yoksulluğa, madde ve alkol bağımlılıklarına, ayrılıklara dayalı şiddet gelmektedir. Bu koşullarda çocukların suç işleme ve suça karışma riski artmaktadır (Ortakmaç 2010).
Suç, toplumda bazılarının diğerleri ile çatışmasını içeren bir sapma davranışıdır. Hukuki olarak ifade edildiğinde, yasanın cezalandırdığı davranışlar bütünü de denebilir. Çocuk suçluluğu ise, bir çocuktaki sosyal olmayan eğilimlerin yasa müdahalesi gerektirecek bir davranışa dönüşmesi ve hem çocuk hem de suçun yöneldiği unsur açısından fiili zarar yaratan bir durumla sonuçlanmasıdır. Türkiye’de zaman zaman çocuk suçluluğu, zaman zaman suça itilen ya da suça sürüklenen çocuklar olarak benimsenen çocuk ve suçluluk arasındaki ilişki, suç işlendiği anda 18 yaşını tamamlamamış bireyleri kapsamaktadır. Çocuk suçluluğunu yetişkin suçluluğundan ayıran en önemli ölçüt her ülkenin kendi yasalarına göre belirlediği cezai ehliyet yaşı sınırıdır,ki, bu yaş sınırı 7-21 arasında değişmektedir. Çocuklar tarafından işlenen suçlar büyük, affedilemez, küçük ya da önemsiz olarak değerlendirilemez, bu noktada suç niteliği ve etki/zarar boyutları ne olursa olsun çocukların içinde yaşadıkları toplumsal yapıdaki uyumsuzluğun, sapmaların bir göstergesi olarak görülmelidir (Demirbaş 2001).
Türkiye’de eyleme dönüşmüş suç oranları kadar aile içi şiddet de artmakta.Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de her 4 kişiden biri aile içi şiddetle karşı karşıyadır. Şiddet mağdurlarının %75’ini kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Şiddet uygulayanların yalnızca %2’si cezalandırılmaktadır. Suç işleyen çocukların yaş ortalamalarının 11-17 arasında yoğunlaştığı düşünüldüğünde suç işleme sürecinin ergenlik dönemi sorunları ile çakıştığı da anlaşılmaktadır. Bu yaşlardaki çocukların suç işleme davranışında ailenin rolü ergen-aile ilişkileri açısından daha da önemlidir (Gürcan 2006).
1. Çocuk Suçluluğunda Hangi Aile? Hangi Çocuk?
Çocuklar aileleri ve diğer otorite figürlerine karşı sınırlamalar ve yasaklar söz konusu olduğunda, sıklıkla direnç gösterme, bunları aşma eğilimindedirler. Özellikle ergenlik bu karşı koymaları isyankarlık boyutuna taşır. Bazan da çocuklar akademik, sosyal ve bireysel olarak süreklilik gösteren sorunlu davranışlar sergilerler. Bu çocuklar hem aileleri hem de toplum için büyük bir kaygı kaynağına dönüşmektedirler. Sorunlu davranışların suç unsur(ları)u içermesi, çocuk suçluluğunun hukuk, sosyoloji ve psikoloji açısından yorumlanmasını/tanımlanmasını gerektirmektedir (Ambikapathy 2002).
Hukuk açısından çocuk suçluluğu, erişkin olmayan bireylerin yasalara karşı gelmeleri anlamına gelmektedir. Karşılığı ise, yetişkin olmayanlara verilen cezalar olarak yapılan yasal düzenlemelerdir.Türk hukuk sisteminde suçlu çocuk bir yasayı ihlal etmiş, 18 yaşından küçük kimse olarak tanımlanmakta, bu bireyler yaşlarına uygun cezalar alarak yani hafifletilmiş cezalara çarptırılımaktadırlar. Haifletilmiş ceza yaşı 0-18 yaş arasıdır.
Sosyolojik açıdan çocuk suçluluğu, sınırlı bir çerçevede değerlendirilemez, sosyal yapı, değer ve normlarla boyut kazanmaktadır. Normal ve patalojik olan bazı sosyal olgular evrensel olmakla birlikte, genelleşmesi topluma özgü normlarla ve değerlerle belirlenmektedir. Suç bir toplumda yaşananların o toplumun benimsediği değer ve normlarla normal ya da normal dışı tanımlanması sonucunda ortaya çıkmaktadır, ki, bu yapısı ile suç bütün toplumlarda var olan bir olgudur. Sosyolojinin çocuk suçluluğuna bakışı, çocuğu suça yönelten/sürükleyen, suçun ve işlenen suçun mağduru yapan toplumsal nedenleri ortaya koymaya dayalıdır (Demirbaş 2001).
Psikolojik açıdan çocuk suçluluğu, geçmişte akıl sağlığı ile suç arasındaki ilişki üzerinden açıklanırken, çocukların gelişimsel dönemlerinde karakter oluşumunu etkileyen süreçlerin belirlenmesi ile tanımlanmaya başlanmıştır. Çocuklarda suçlu kişilik yapısının erken çocukluk dönemi ve diğer gelişimsel dönemlerin koşulları ile geliştiği ortaya konulmuştur. Çocuğun gelişimsel dönemlerde suçlu kişilik özelliklerinin ‘’erken başlangıç’’ ve ‘’geç başlangıç’’ olarak iki psikolojik gelişimsel sürecinin bulunduğu belirtilmektedir.
Bunların dışında aile bakış açısından çocuk suçları,, kardeş kavgaları, aile bireylerinden, arkadaşlardan para alma/ çalma, ailenin mal varlığına zarar verme ya da ebeveyni şiddetle tehdit etme gibi kabahat/kusur ve yıkıcı suç içeren davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Ailenin algıladığı ya da tanımladığı denebilecek suçluluk davranışı, çocuklar açısından iki kategoriye ayrılmaktadır; bunlar okuldan kaçma, kavgaya karışma, kopya çekme gibi “kabahat/kusurlu davranış” ya da alkollü araç kullanma, silah taşıma, uyuşturucu, hırsızlık gibi ahlak kurallarına, ailenin kurallarına, okulun kurallarına aykırı davranışların yol açtığı diğer tüm yasa dışı sonuçlar ‘’suç’’ olarak değerlendirilmektedir. Hangi çocuğun suçlu davranış ya da faaliyette bulunacağını belirten kesin bir öngörü yoktur. Buna karşın, bazı istatistikler kızların erkeklere göre daha az tutuklandığını ve düşük sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların diğer sosyo-ekonomik düzeydekilere göre daha yüksek düzeyde suç işlediğini göstermektedir. Erken ya da geç başlangıç süreçleri sosyal koşullarla yakından ilişkilidir. Aile içi şiddetin yoğunluğu erken başlangıç sürecini pekiştirmektedir. Aile içi şiddet çocuk suçluluğunun karaktere dönüşmesinde üç önemli etki yaratmaktadır:
<!--[if !supportLists]-->· İlk olarak, aile içi şiddet çocuk ve gençlere yönelik bir suçtur ve bu ilerleyen yıllarda özellikle ergenlik yaşlarında suça yönelmeyi arttırmaktadır-suça/şiddete maruz kalan çocuklar suç işleme eğilimine yakındırlar <!--[endif]-->
<!--[if !supportLists]-->· İkincisi, ailede şiddete maruz kalan, tanıklık eden çocuklar için suç işlemenin, suç içeren davranışların meşru ilişki biçimi olarak algılanması riski vardır <!--[endif]-->
<!--[if !supportLists]-->· Üçüncüsü, ailede şiddete maruz kalan, tanıklık eden çocuklar hem şiddetin mağduru hem de şiddete dayalı suçlardan ceza alan, hüküm giyen çocuklara dönüşmektedirler. Şiddete uğrayan ağırlıklı olarak şiddet içeren suçlar işlemektedir. Şiddeti ailede, fiziksel, cinsel, duygusal şiddet-reddetme – aşağılama-ayırma - korkutma- kışkırtma – engelleme-yetişkinleştirme - suistimal – ihmal olarak deneyimleyen çocuklar ciddi şiddet içeren suçlara karışmaktadırlar (Steinberg 1996, Anon 2010). <!--[endif]-->
Bu nedenle, ailedeki şiddetin hedefi dolaylı ve doğrudan çocuklar olmaktadır. Aileleri tarafından aşırı biçimde fiziksel olarak cezalandırılan ya da aile içi şiddetin mağduru olan çocukların ve gençlerin yaşamın ilerleyen dönemlerinde artan davranış bozuklukları ya da suç işleme olasılığı yüksektir. Ayrıca aile içi şiddet çocuklarda mental sağlık sorunlarına, okullarda zorbalık olaylarına karışmalarına, istismar ve diğer davranış problemleri ile öğrenme güçlüklerine/yavaşlıklarına neden olarak çocuklar ve gençler üzerinde etkili olmaktadır. Bu noktada, aile yapısı aile içi şiddetin görülmesi için belirleyici olmaktadır.
Piaget’in çalışmaları doğrudan çocuk suçluluğuyla ilgili değildir. Ancak çocuğun ahlak gelişimindeki eksikliklerin yani sürekli ben merkezci davranmasının, toplum içinde yaşamanın karşılıklı saygı ve kurallara uymayı gerektirdiğini öğrenmeden büyümesinin; kısaca otonom ahlaka ulaşamamasının daha sonra suça neden olacağını ortaya koymaktadır. Piaget’nin çocuk gelişiminde artık klasikleşmiş aşamalarına göre, ahlak ve bilişsel gelişim çocuklarda 12–14 yaşları arasında en üst düzeye ulaşmaktadır. Çocuklarda karakter şekillenmesi için esas olan bu yıllar aile yapısından etkilenmektedir.
Baskıcı aile yapısında, çocuklar ebeveynlerinin koyduğu kurallara uymadıklarında özellikle şiddet içeren yaptırımlarla ve cezalarla karşılaştıklarında çocuklar bir baş kaldırı yolu olarak suça kolaylıkla yönelmektedirler. İlgisiz ya da sınırsız toleranslı olan ailelerde ise, çocuklarda güvensizlik ya da fazla özgüven nedeni ile öfke, kaygı ve mutsuzluk birikimi çocukların şiddet içeren suçlara eğilimli olmasına yol açmakta, gelişimsel görevler yerine getirilememektedir. Koruyan, destek olan aile, kurallar koyarken çocuğa farklı olma, davranışlarının sonuçlarını görme, sorumluluk alma ve güvenilir olma özelliklerini kazandırmaktadır. Bu aile yapısı çocukların olumlu benlik gelişimini kolaylaştırmaktadır. Ebeveynler aşırı kuralcılık ya da aşırı hoşgörü gibi uçlarda aile içinde çocukları ile iletişimde sorunlar yaşamaktadırlar (Flores 2003).
2. Çocuk Suçluluğuna ‘’Holistik Bakış’’
Aile içi şiddetin çocukların suça yönelmesinde etkili olduğuna dair çok sayıda veri sağlayan çalışma bulunmaktadır. Şiddetin özellikle aile içi şiddetin çocukları suça yönelten etkilerinin anlaşılmasında ‘’holistik (bütüncül) bakış’’ destekleyici bir kavramsal çerçeve niteliğindedir. (Joshi ve O’Donnell 2003; Sagi-Schwartz 2008; Shaw 2003). Gibson (1989), aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki etkilerini açıklamada bağlamsal (ailede karşı karşıya kalınan şiddet deneyimi), bireyler arası ve bireysel/içsel (başa çıkma becerisi açısından bireysel farklılıklar) faktörleri dikkate almanın önemi üzerinde durmaktadır. Aile, bu noktada şiddetin en yakın kaynağı olarak suça zemin hazırlamaktadır. Holistik bakış, aile içi şiddete maruz kalan çocukların karakter gelişiminin, okulda ve toplumda uyumla ilişkili sorunlarının açıklanmasını kolaylaştırmaktadır . Çocuklarda davranışsal sorunlar ile tehdit algısının gelişmesinin ve iyilik halinin gerilemesinin altında yatan süreçler, aile içi şiddete maruz kalmakla ilişkilendirilmektedir ( Maughn and Cicchetti 2002). Aile içi şiddet toplumsal olaylardan bağımsız olarak gerçekleşmez ve şiddetin toplumsal ve kültürel bağlamlarından etkilenir. Dahası, toplumdaki ve ailedeki şiddet çocuklara olan etkileri açısından birbiriyle ilişkili olabilir (Margolin ve Gordis 2000). Yüksek düzeyde toplumsal şiddete maruz kalan aileler yüksek düzeyde çatışma ve uyumsuzluk yaşamaktadırlar. Çocuklarda aile içi şiddet ortamında psikolojik süreçlerle bağlantılı olarak ortaya çıkan oto kontrol kapasitelerindeki bozulmalar (Maughn ve Cicchetti 2002) ve yıkıcı sosyal-bilişsel eğilimler suça karışmayı, suçu içselleştirmeyi güçlendiren en belirgin etkilerdir.
Ailedeki şiddet, ebeveynler arası çatışma biçimi ve çocuğa yönelik bir disiplin aracı ve ceza yöntemi olarak ilk etki düzeyinde(MikroETKİ) ortaya çıktığında, hem ebeveynlerin birbirleri ile ilişkilerini, hem de çocukları ile ilişki ve karşılıklı güvenlerini etkilemekte (ExoETKİ), bu durumun okul ortamına taşınarak sürmesi suça yönelmede ve suçu içselleştirmede geniş kapsamlı bir etki yaratmaktadır(MakroETKİ). Çocuğun öz benlik değerlendirmesi düşük olmakta, çocuklar suç işlemeyi bir öz güven kaynağı olarak algılayabilmektedirler. Güven içinde olma duygusu ve öz güven çocuklukta kazanılmaktadır. Özellikle ciddi boyutlarda şiddet içeren suçlar çocuklar tarafından işlendiğinde ve bunun nedenleri ailede arandığında, çocukların aile içi şiddete doğrudan maruz kaldıkları, büyüme ve gelişmesi sırasında ailenin çocuklara güven duygusu hissettiremediği anlaşılmaktadır. Çocukların aile içi şiddetten etkilenme biçimi, şiddete vereceği tepki yaşına ve bilişsel gelişimine bağlıdır. Çocuğa ya da ailedeki diğer bireylere yönelik sık sık kullanılan dayak gibi fiziksel şiddete dayanan güç gösterileri yetersiz bir iç denetim oluşmasına yol açmakta, çocuğun dış denetime ihtiyaç duymasına neden olmaktadır. Şiddete uğradığı saptanan çocuklarla yapılan araştırmalar, çocuklarda gözlenen davranış sapmalarının umutsuzluk, duygusal küntleşme ile beraber ağır saldırganlık içeren suçları artırdığını ortaya koymaktadır. Burada hatırlanması gereken en önemli nokta, çocuğun suçtan korunmasının öncelikle ailenin ve devletin ilgi alanında olduğudur. Bazan çocuklar açısından öyle suçlar vardır ki, aile içinde ya da toplumda düzenleyici süreçler çocuğun korunmasını sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Bu tür suçlar devletin dikkate alması gereken sosyal riskler kapsamında olmalıdır (Cumming et al, 2009). Türkiye’de yasal düzenlemeler yapmakla ya da yapmış olmakla sınırlı olan önlem alma anlayışı, devleti sosyal riskten kaynaklanan zararları tazmin etme sorumluluğundan muaf tutmaktan öteye geçememektedir. Bu açıdan bakıldığında; çocukların ihmal ve istismardan, suç işlemekten korunması ile ilgili yasal düzenlemelerin zaten var olduğu bir ülkede önemli olan, davranış değişikliği yaratmayı (çocuğun suçu yadırgamasını) başarmaktır.
2.1. Ontojenik Gelişim
Ontojenik gelişim çocukların psikolojik gelişme süreçlerini içerir. Çocukların duygusal güvenliği ve başkaları ile ilgili sosyal bilişsel nitelemeleri toplum ve aile tarafından etkilenmektedir. Yaş, cinsiyet gibi demografik değişkenlerin etkilerinin yanı sıra, gelişme, ayrıca çatışma ve şiddetin psikolojik etkileri ile ilgili süreçler, duygusal uyum becerisi, sosyal kimlik, kontrol, duyarlılık şiddete maruz kalmanın yarattığı diğer koşullar ile değişir. Aynı zamanda, ailenin geçmişi, şiddet öyküsü çocukların şiddete ve çatışmaya yönelik tepkilerinde bireysel farklılıklar yaratır. Örneğin, aile içerisindeki baskı ve riskli durumlar ebeveynleri tarafından kötü muameleye maruz kalan ve reddedilen çocuklarda güvensiz ve kaçınmacı tepki içeren düzenleyici süreçleri başlatır. Bu tepkiler çocuklar büyürken okul gibi başka yaşam alanlarında çatışma ve şiddetle karşılaştıklarında uyum sorunlarını derinleştirir, çocukların bir sorunla karşılaştıklarında daha kırılgan olmalarına neden olur.
Şiddete maruz kalmış ya da tanıklık etmiş çocukların uyumlarına katkıda bulunan psikolojik süreçleri belirleyebilmek için şiddete maruz kalma ile çocuklardaki uyum sorunları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak gerekir. Bu noktada çocukların başvurduğu düzenleyici süreçler pek çok ortamda/bağlamda duygusal güvenliği yeniden kazanma ya da sürdürme ile ilişkilidir. Çünkü duygusal güvenlik eksikliği çocukların sorunlu duygusal ilişkilere sürüklenmesine neden olur. Sosyal bilişsel engeller şiddetin olduğu ailelerde çocuklarda agresif davranış ve saldırganlıkla yakından ilişkilidir. Aile içi şiddet ontoojenik gelişim ve uyum sorunlarına yol açması nedeni ile çocukların dünyayla ve diğer insanlarla uyumunu ölçülebilir bir biçimde etkiler, ruh sağlığının bozulması ile suça yönelmeyi, suçu içselleştirmeyi hazırlar(Cumming et al, 2009) .
Sonuç olarak, bugünün çocuklarının geleceğin potansiyel saldırganları, şiddet eylemcisi ve suçlu yetişkinleri olmamaları, gelecekte tutarlı ve sağlıklı bireylerden oluşan kuşaklar yetiştirmek için bir yandan ailenin sosyal, ekonomik ve hukuki olarak korunması, güçlendirilmesi sağlanmalı, diğer yandan şiddetin meşru bir davranış olmadığının anlaşılması, kültürel kabulünün azaltılması için var olan yasal düzenlemeler uygulanmalıdır. Bu noktada, kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra sivil toplum, konu ile ilgili meslek kuruluşları ve her düzeydeki örgün ve örgün olmayan eğitim kurumları sorumluluk üstlenmelidirler. Aile içi şiddeti önlemenin suçlu kişilik gelişimini azaltacağı sıklıkla vurgulanmalı, şiddetin uzun vadede toplumda suç ve suçluluğa dayalı sorunları da azaltabileceği ailelere, gençlere topluma anlatılmalıdır.
Kaynaklar
Ambikapathy, P. (2002). Crime Prevention: Family Violence in The Physical Punishment of Children. Crime Prevention Conference, 12-13 September, Sydney.
Anon (2010). What is Juvenile Delinquency? On Line: http://www.notmykid.org/media/12959/delinquency.pdf , Erişim: 26.05.2010.
Cummings, E.M., Morey, M.G., Schermerhorn, A. C. & Cairns, E. (2009). Children and political violence from a social ecological perspective:implications from research on children and families in Northern Ireland. Clinical Child and Family Psychology Review, 12: 16-38.
Demirbaş, T., (2001). Kriminoloji. Seçkin Kitabevi, Ankara.
Flores, J. B. (2003). Risk and protective factors of child delinquency. Chid Delinquency Bulletin Series, April: 1-10.
Gibson, K. (1989). Children in political violence. Social Science and Medicine, 28: 659-667.
Gürcan, A. (2006). Aile İçi Şiddet. Sempozyum Toplumsal Bir Sorun Olarak Şiddet. Eğitim Sen Yayınları, Ankara.
Joshi, P.T. & O’Donnell, D.A. (2003). Consequences of child exposure to war and terorism. Child and Family Psychology Review, 6: 275-292.
Margolin, G. & Gordis, E. B. (2000). The effects of family and community violence on children. Annual Review of Psychology, 51: 445-479.
Maughn, A. & Cicchetti, D. (2002). Impact of child maltreatment and interadult violence on emotion regulation abilities and socio-emotional adjustment. Child Development, 73: 1525-1542.
Erişim: 25.05.2010.
Sagi-Schwartz, A. (2008). The well being of children living in chronicwar zones: The Palestinian-Israeli case. International Journal of Behavioral Development, 32(4): 322-336.
Shaw, J.A. (2003). Children exposed to war/terrorism. Clinical Child and Family Psychology, 6: 237-246.
Steinberg, L. (1996). Adolescence. McGraw Hill, New York.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder