7 Nisan 2016

Odadaki Fili Daha Ne Kadar Görmezden Gelebiliriz ki?..

Hablemitoğlu Ankara Enstitüsü'nde  yaptığımız çalışmalardan biridir Kırmızı Fil-Yeşil Fil. Bir farkındalık ve algı geliştirme yaklaşımıdır. Olumludan olumsuzu, olumsuzdan da olumluyu algılamayı kolaylaştırır. Aşağıdaki iki linkte, filin sembolize ettikleri ile ilgili ayrıntılı bir bilgi var. Ve ben de, kısa bir açıklama paylaşayım... 

https://en.wikipedia.org/wiki/Elephant_in_the_room
http://greenmanscreations.com/2014/06/08/the-elephant-standing-in-the-room-odadaki-fil/

Heybetli cüssesi ile işte tam da yanıbaşımızda duruyor. Sen, ben, öteki, beriki herkes görüyor. Biliyorlar olan biteni... Bildiklerinden emin olduklarımız, biliyorlar mıdır acaba? dediğimiz herkes fili görüyor aslında, farkındalar. Ve fili görmezden gelerek yaşayabileceğimize inanmamızı istiyorlar. Uzunca bir süre, filden hiç bahsetmeden yaşayabilir insan. Peki aynı odayı ne kadar paylaşabiliriz ki? sonuçta o fil, bizden kat be kat büyük. Filin varlığı kendiliğinden azalarak bitecek gibi de olmadığına göre. Seviyoruz konforumuza dokunmayan, heyüla gibi fillerle yaşamayı. Nasılsa çok hareketli değil. Filin varlığı hakkında konuşmadan, odadaki varlığına alışıyoruz. Yokmuş gibi yapmak çok kolay. Ama bir gün, unuttuğumuz o cüsseye küt diye çarpıyoruz ve bakıyoruz ki, odada kımıldayacak yer kalmamış...
''Elephant in the room'' böyle bir şey işte, etmeyin, eylemeyin, izin vermeyin filin yaşam alanlarımızı işgal etmesine. Öyleyse ya fili ya da odayı terk etmeli. Yerseniz tabii. Hangisi kolay fille yaşamak mı, filden kurtulup özgürleşmek, nefes almak mı? 
''Çok korktuğumuz, kaygıdan ödümüzün patladığı ya da yaşadığımız acılara alıştığımız, neredeyse kültür deyip normalleştirdiğimiz şu günlerde; gerçek doğamızı, ensest gibi, tecavüz ve istismar gibi, toplumsal olayları ya da karşı koyma gücümüzü destekleyen benliğimizi baskıladığımıza işaret eden, simgeleyen ‘odadaki fil’i kimse görmek istemiyor. Bize, buralarda ‘var olma’nın bedelini ödetip, bizi duyarsızlığa ve salt ‘sahip olma’ya odaklayan öldürücü bu sisteme hayır deme cesaretini bulamadığımız sürece bu ‘rahatsız edici gerçek ortadan kalkmayacak. İnsanlığı yok etme noktasındaki sorunlar da suç olmaktan farklı bir şekle bürünmeyecek. Gerçekten bizi özgür, mutlu, eşit, adil, temiz, ahlaklı ve sağlıklı kılması gereken eğitim ve teknolojiden bir halt anlamadığımız karanlık bir çağda yaşıyoruz. Ve bu çağın en büyük başarısı; kafamızı karıştırıp, hatta bizi alıştırıp karanlığı ışık zannetmemize neden olmaktır! Ciddi ve ağır bir şekilde yanlış kullanılan bilim, din ve manevi olgular, bizi köle haline getiren ve hiç de kutsal olmayan şaşırtıcı bir ittifakta birleştiler... Oysa biz, çocuklarımız, doğa ve gezegen ölüyoruz. Yok olmak üzereyiz. Bunu görmezden gelmeye devam mı edeceğiz ?..''