6 Kasım 2014

28 Kasım'da Necip Hablemitoğlu 60 Yaşında

''Doğmak ve ölmek kolaydır, önemli olan arasında geçirdiğiniz zaman, sürdüreceğiniz yaşamdır'' mealinde pek çok şey okuyoruz. Fasaryadan avuntular. Necip Hablemitoğlu doğduktan sonra geçen 60 yıl, bizden ayrı olduğu 12 yıl... Kasım gelince kötü olurum ben, dengesiz tatsız, huysuz aksi biri... Hele de şu Kasım geyiklerine hiç tahammül edemem. Senenin iki ayından, biri Kasım diğeri Aralık, nefret barındıramayan ben nefret ederim. Keşke yıl 10 ay olsa derim. 

Yine lanet zamanlardan geçiyorum, o güzel bakışlı, naif yürekli adam 60 yaşında, ama varlığı yeryüzünün kimbilir neresinde ???


“herşeyden biraz kalır” 
Kavanozda biraz kahve
Kutuda biraz ekmek..
İnsanda biraz acı ... Sen çok kaldın Necip Hablemitoğlu, hem sen hem de acın öyle çok kaldı ki, dağ gibi büyüdü... büyüyor ve büyüyecek


''her düşüş bir yükseliştir, umudunu sararsan aydınlığa...'' demiş biri, kim demiş hatırlayamadım, kalmış aklımda. Şu aydınlık görünse be artık, yılgınlık değil de yorgunluktandır kızgınlığım.
Ne çok izimiz var, yara berelerimiz çok. Çocukken düşüp dizimizi kanattığımız yerler iyileşti, belki az biraz izi kaldı. Büyüdük aşka döndüğümüz yüzümüzü kızarttık, aşklarımızın izi kaldı. Ama öyle kayıplar var ki, bir daha hiç gelmeyecek dediklerimizin ardından gitmek istediğimiz, insanın içini karartan, düşünce yeniden kalkmasına engel olan, en kötüsü hayatın karşısında düşüren... Düştüm de nasılsa bilmem yeniden başka bir hayata başladım, kızdım da bunun için kendime, çok suçladım... Gidenin acısına yeniden başlamanın ağırlığınca acısı da eklendi

Küllerinden doğmak buysa, sessizce ve çaresizce yaşamak zorunda olduğumdandır....

Kanije ve Uyvar için umutlanmak, ateşi ve acıyı çaresizce bastırıyor.. yok etmiyor...


60 yaşın yokluğunda kutlu olsun, yüreğine, aklına sevdalandığım adam...

31 Ağustos 2014

NEOLİBERALİZMLE ÇATIŞAN SOSYAL POLİTİKANIN EVRENSEL RÜYASI: “BARIŞ KÜLTÜRÜ”


Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU
Yeryüzünde tüm insanların eşit olduğuna; ancak eşitsizliğin insan eliyle inşa edildiğine ilişkin gerçekleri Jaredh Diamond’un “Tüfek, Mikrop ve Çelik(1998)”teki anlatımı, insanlığın geleceğine sahip çıkmasının yoluna işaret ediyor.
1.GİRİŞ

Geçtiğimiz yirmi yıllık sürede gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ekonomik ve sosyal politika açısından büyük değişimlerle karşılaştılar. Özellikle uluslararası ekonomi-finans kuruluşları tarafından dayatılan politikalarla, kamu harcamalarının sağlık ve eğitimi de içine alarak kısılmasına, devletin küçültülmesine ve sosyal politikanın serbest piyasa koşullarına göre düzenlenmesine yönel(til)en hükümetler sosyal devlet politikalarını terk etmişlerdir. Bu süreçte yaşanan değişim ya da dönüşüm demek daha doğru olacaktır, küreselleşme olarak adlandırılırken; her alanda benimsenen liberalleşme ise, daha sonra noeliberalizm aracılığı ile sosyal politika açısından dünyanın her yerinde içeriği farklı krizlere doğru hızla yol almayı sürdürmüştür. Bu nedenle neoliberal ideolojinin ekosistemin ve insanlığın devamlılığını, adil ve eşitlikçi bir bakış açısını benimseyerek sağlama amacı; bugün artık geçerliğini kaybetmiştir. Ayrıca, neoliberalizmin ekosistemin giderek yok olmasını ve insanların yoksulluk baskısı altında ezilmesini önleyemediği de herkes tarafından kabul edilmiştir. Hatta öyle bir noktaya gelinmiştir ki; virüs ve bakterilerin bulunduğu doğal ortamlardan, antibiyotiklere adapte olan, insanların yaşam alanlarında kendilerine yeni yerler bulan ‘’modus operandi’’ ( katil ) mikroplara kadar genişleyen çeşitlilikte biyolojik riskler, hem ekosistemin hem de insanlığın sürdürülmesi karşısında önemli tehdit oluşturmaktadır. Bu mikroplar ile sağlıksız koşullar ve virüslerin neden olduğu enfeksiyon hastalıklar için ortam yaratan kalabalıklar arasında bir bağ vardır. Aynı zamanda mikroplar çatışma, şiddet, görüş ayrılıkları yaratmak ve barışı tehlikeye atmak için biyolojik savaş silahları olarak da kullanılmaktadır. Bilindiği gibi, neoliberalizm; yeni (neo) ve devlet müdehalesinden bağımsız anlamına gelen ‘serbest-liberal’ kelimelerinin birleşmesinden oluşan, sosyal ve daha çok ekonomik politikaların adıdır.


Bugün yeryüzünde neoliberalizmin gelişmesi için yaratılan ortam, insan yaşamına çeşitli riskler yüklemektedir. Çünkü neoliberal düşüncenin temelinde, daha güçlü olarak yayılabilmek ve varolabilmek için insanları güçsüzleştirmek yer alır (MCGREGOR, 2002: 2). Bu da sosyal politikanın sınırlanması ve ihmali ile gerçekleşmektedir. Az gelişmiş ülkelerin, yoksullardan söz bile etmiyoruz, çoğunda, ki, buna Türkiye de dahildir, sosyal politika toplumun belirli kesimleri arasındaki yapısal uyumun olumsuz etkilerini önlemek için tasarlanan bir dizi sınırlı tedbirlerle ihmal edilmektedir.
Hükümetler aracılığı ile yurttaşlara denmektedir ki, ‘’güçlü bir ekonomi varken sosyal politika gereksizdir’’, ‘’sosyal sorunlar bir yatırım değil devlet gideridir’’. Oysa, neoliberal politika kaynakların dağıtımındaki mantıksızlık içinde bu olumsuz etkileri giderek kökleştirmektedir. Yaşanan süreçte sosyal politika geçici bir uygulama olarak düşünülmüştür. Hatta yapısal uyum çerçevesinde, temel makroekonomik dengeyi yeniden kuracağı ve enflasyon olmaksızın ekonomik büyümeyi sağlayacağı da iddia edilmiştir. Tabii, bu sosyal politika adına uydurulan kocaman bir neoliberal yalan olarak kalmıştır. Gerçekte ne oldu? sorusuna gelince sosyal gelişmenin sosyal harcamaları arttıracağı kaygısı ile sosyal harcamaların azaltılmasına, zorunlu olanları uygulamanın dışında da, yeni sosyal politikaların üretilmesine engel olundu (ŞENKAL, 2007:153). Bugün sosyal politikanın özüne, ruhuna ve amaçlarına uymayan neoliberal politikalar; savaş, şiddet, adaletsizlik, insanı, doğayı, canlı yaşamlarını istismar eden liberalizasyon, ucuz işgücü, tüketim, kadın, çocuk, çevre ve sivil hakları örseleyen uygulamaların artışı ile yeryüzündeki barışı tehdit etmektedir. Neoliberalizmin olduğu yerde kesinlikle yadsınamayacak olan artık dünyada barışın olmamasıdır.

Neoliberalizm

Ekonomik sorunların çözümünde devlet müdehalesinin olmamasını savunan Adam Smith, ticareti geliştirmek amacıyla 1770’lerin ortasında ilk olarak Neoliberalizm fikrini ortaya koymuştur. Liberal ekonominin yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi olup, yerini 1930’lu yıllarda geçici olarak devlet müdahalesinin savunulduğu Keynesyen ekonomisine bırakmıştır. Adam Smith’in ekonomi yaklaşımı 1970’li yıllarda pazar ekonomisinde devlet müdehalesinin yer almaması gereği öne sürülerek benimsenen ve yayılması hedeflenen özelleştirme, düzensizleştirme, yapısal uyum ve ekonomik liberalizm olarak yeniden ortaya çıkmış,  neoliberalizm olarak küreselleşmenin yayılma aracı ve liberal ekonominin yeni yüzü olmuştur. Ekonomik liberalizm politik liberalizmden farklıdır. Politik liberalizm yoksulluk, toplumsal politik baskı ve insanların özgürlüğü gibi sosyal konuları içerirken; ekonomik liberalizm anaparanın serbestleşmesi ile ilgilidir. GEORGE(1989: 3), Chicago Üniversitesi’ndeki Friedrich von Hayek, Milton Friedman gibi bazı yazarların bu konudaki fikir ve doktrinlerin oluşturulması, geliştirilmesi ve bir itici güç olarak kullanılmasında uluslararası bir ağ oluşturarak neoliberalizmin dünya çapında bir öneme sahip olmasına katkı sağladıklarını belirtmektedir. Bu yazarlar neoliberalizm fikrini, insanın normal ve doğal bir düşünce şekli olarak kabul etmekte ve böyle anlatmakta; neoliberalizmin, gerçeğin bilimsel tanımlayıcısı/açıklayıcısı olduğu söylemini benimsemektedirler.
Neoliberalizmi savunan bu yazarlar ekonomisttirler. Bu yazarların bir kısmı ekonomiyi bir sosyal bilim olarak değerlendirirlerken; MOQUIN (1994: 56), ekonominin sosyal bilimlerin önemli bir parçası olarak tanımlanması gerektiğine dikkati çekmektedir. Adam Smith’in kapitalizm ve liberalizmin temeli olan ‘Ulusların Zenginliği’ adındaki çalışmasını yazdığı 18. yy’da da bu düşüncenin egemen olduğu bilinmektedir. Ekonomi; mal ve hizmet üretimi, dağıtımı ve tüketimi ile özellikle insanların sınırsız ihtiyaçlarını karşılamak üzere sınırlı kaynakların dağıtımıyla ilgilidir. Sosyal bilimler toplum, insan ve aralarındaki dönüşümlü ilişkileri irdeler. Fen bilimleri ise madde, enerji ve bunların karşılıklı ilişkilerine odaklanır. İlgi alanlarındaki bu geniş farklılık, ekonomistler için olmasa da fen ve sosyal bilimciler için önemli pek çok sorunun nedenini oluşturmaktadır.
Neoliberalizm, dünyanın yoksul ve gelişme çabası içindeki toplumları üzerinde olumsuz sonuçlara neden olan batının zengin uluslarının fenomenidir. Özellikle bu toplumlar için küreselleşme süreci ile neoliberalizmin dayatmaları yönlendirilir. Bunlar;

√ Ticareti kısıtlayan engel ve sınırların ortadan kaldırılması,
√ Evrensel bir iletişim alt yapısının kurulması,
√ Finans merkezlerinin her yerde bulunması ve
√ Uluslararası ekonomik birlikler kurulması ve ticareti düzenleyici antlaşmaların yapılmasıdır.

Küresel bilgi kanallarının gelişmesi sonucunda açık bilgiye sınırsız erişim nedeniyle neoliberal ideoloji çok geniş yayılma olanağı bulmakta ve her yerde kök salmaktadır. Öyle ki, dünyaya açılma düzenini yönlendirmektedir. Bu noktada finansal sistem, ticari işbirliği ve özellikle ulus aşırı şirketler neoliberalizmin gücünü arttırmaktadır (LAUESEN, 1996: 4). DE ANGELIS(1996: 5)’e göre bu güç dünyada hiç kimsenin kontrol altına alamadığı, her gün harcanan milyarlarca dolarla kapitale dönüşen bir olgu olarak nesnelleşmekte, biçimlenmektedir. Neoliberalizme bu kuramsal bakış, kaynakların dağıtımı ve daha yararlı kullanımı ile tüketimin sağladığı tatminin, dış ticaretin dengede kalması ve daha yüksek ekonomik gelişme için yönlendirici bir pazar baskısından bağımsız olduğunu düşündürmektedir. Oysa neoliberalizm fikrinin savunulması, pazar ekonomisinin prensiplerini  dikkate almaya dayanır. Neoliberaller tersine bir durumda; sosyal eşitlik, katılımcı demokrasi, sürdürülebilirlik ve ekonomik gelişme arasında bir bağ kurulamayacağını savunurlar. Bu yapısı ile neoliberalizmin temel varsayımı, insanoğlunun bireysel olarak daima kendini daha da iyileştirmeye çalışacağı ve bunu yaparken de çevredeki kaynakları ve diğer insanları dikkate almayacağıdır. Her insanın diğerlerinden bağımsız şekilde hareket edeceği düşünüldüğünde, bu durum çevreye ve insanlara karşı daha duyarsız kalınacağını ve insanoğlu tarafından olmasa da doğal ortamlar tarafından insanın sınırlanacağını ortaya koyar. Neoliberalizmin prensipleri, ekosistemde ya da başka bir ortamda var olan davranış örnekleri ve kararların etkisinde değildir. Neoliberalizm; özel mülkiyet, rekabet, aşırı tüketim ve sınırsız işle ölçülen bireysel başarı değerleri üzerinde odaklanır. Sosyal iyileşmeye önderlik edeceği varsayılan bu değerler neoliberalizmin üç temel ilkesi ile insan yaşamına yansır. Bunlar;

√ Serbest pazarların gerekliliği (çalışma ve tüketim alanları),
√ Bireysellik ile
√ Ortak çıkarlardan çok, dar bireysel çıkarları aramadır.

Neoliberalizmin temel amacı; eğitim, sağlık, iletişim, radyo, televizyon, köprü ve otoyollar gibi gelişmiş ulaşım ile sosyal kapitali güçlendiren hizmetlerin tümünün özelleşmesi ve düzensizleştirilmesidir. Devlet tarafından işletilen bu girişimler, sosyal kapitale ilişkin çözümün bir parçası olmaktan çok ekonomik sorunların bir parçası olarak görüldüğünden, ülke ekonomisinin düzenlenmesinde tercih edilmez. Serbest pazar yaratmak için devlet sektörü mümkün olduğu kadar küçültülmelidir. Serbest pazarlarda tüm kararlar neyin, nasıl üretileceği, hükümetler tarafından değil de dahil olunan diğer çok uluslu organizasyonlar tarafından belirlenir.
Neoliberaller toplumun refahını sağlamak için gerekli politikaların yerine getirilmesinde, devlet müdehalesinin olmaması gerektiğini savunurlar. Kârı dağıtan devlet düzeni küçültülerek çevreyi koruma, insan hakları ve işçi hakları gibi seçkin insani ilkeleri kapsayan neoliberalizmin, devlet düzeninin yerini alması esastır (MARTINEZ/GARCIA, 2000: 7; ROSCH, 1998: 1). Böylece zengin ve yoksullar arasındaki farkın da azalması beklenir. Bir sosyal gruptan diğer bir sosyal gruba yapılan herhangi bir para aktarımında pazar kurallarından zarar görüldüğü bilinir (STRUM, 1998: 2). Bu nedenle, neoliberaller sosyal politikalardan yararlanamayanların bulunduğunu öne sürerek bu politikaları anlamsız bulurlar. Neoliberaller hiç kimseye ayrıcalıklı davranmadan, toplumun tüm bireylerine eşit olarak davranıldığını varsayarlar. Sosyal politikaların en temel hedefi olan genci, yaşlısıyla toplumdaki sadece belirli grupların değil, tüm bireylerin ayrıcalıklı olduğunu söylerler. Çünkü neoliberal ideolojiyi savunan biri tarafından ileri sürülen herhangi bir politika, herkesin eşit olarak yararlanması için yapılır. Neoliberaller bu politikaların sosyal sonuçlarını düşünmek zorunda değillerdir  (ROSCH, 1998: 1).
Aynı zamanda neoliberaller toplum kazancını göz ardı ederek, toplumun bireysel sorumluluklarını dikkate alırlar. Neoliberalizmi savunanlar; sağlık, eğitim ve sosyal güvenlikten yoksun olan toplumun en yoksul kesimlerinin çözüm bulunması için kendilerini baskı altında tuttuklarını düşünürler. Onların yoksulluğu tembellikleri ile ilişkilendirilir (MARTINEZ/GARCIA,  2000: 4). Neoliberaller neoliberalizmin bireyselliğe dayandığını, neoliberal ideolojiyi savunanların ahlakın, adaletin, eşitliğin her insanın kesinlikle bireysel girişimlerinde yer almasa da kişisel sorumluluğu olduğunu belirtirler  (ROSCH, 1998: 3). Aynı zamanda neoliberaller, üretimin sosyal koşullarını dikkate almazlar. Ancak özel mülkiyete saygı duyar ve özel tüketim sırasındaki kişisel kimliği ön planda tutarak satın almak için yaşarlar (LAUESEN, 1996: 3).
Ulus aşırı kurumlar ve şirketler ise sosyal eşitlik, ekolojk sonuçlar çerçevesinde satmak ve satışı liberal ekonomi içinde düzenlemek için çalışırlar. Bir anlamda III. Dünya Savaşı olan Soğuk Savaşın sonunda bu konuda yapılan analizler konusunda MARCOS(1997: 5)’a göre, sadece birilerinin egemenliğinde olmayan yeni dünya pazarlarının açılması sağlanmalıydı. Oysa yeni dünya pazarlarına sahip olma ve kontrolü ele geçirmek için verilen mücadeleler deyim yerinde ise IV. Dünya Savaşını ortaya çıkarmış ve ortaya çıkan sonuç ise ‘neoliberal ekonomik bir bomba’ niteliğinde olmuştur. Bugün küreselleşme yanlıları ve karşıtları arasında kıyasıya, eşitsiz ve haksız bir mücadele yaşanmaktadır.  Ulusal kapitalizm küresel ve ekonomik kapitalizm tarafından yeniden üretilmektedir. Bu da demokrasinin, adaletin, eşitliğin ve birliğin olmadığı bir yeni dünya düzenini şekillendirmektedir. IV. Dünya savaşıyla ortalık kırılıp geçirilirken, yeni çalışma alanları açma baskısı, yeni dünya pazarları oluşturma baskılarını tetikleyerek ekosistemin kaynaklarının daha fazla istismarına yol açmaktadır. Aynı zamanda toplumlar da ulusallıklarından çok ticari alanlarla ilişkilendirilerek değerlendirilmektedir. Aslında böylece adı ulusal olan hükümetler, neoliberal ideolojiyi benimseyen farklı egemenlerin işlerini yönetme sorumluluğunu alan aygıtlara dönüşmektedirler. Neoliberalizm adı altında piyasalar bir günde kazanılan milyarlarca doların ve ürünlerin eskisine göre sürkülasyonunu daha fazla kolaylaştırmaktadırlar. Bu düzenin paylaşıldığı hiçbir yerde insan, toplum ve toplumsal refah geçerli kılınmadığı gibi, ekonomik kâr elde etmek için serbest pazar ve serbest pazarın kuralları bile zorlanır. Neoliberal sistem dünya pazarlarını tek bir birlik olarak görürür. Bu birlik çocukların, kadınların ve göçmen işçilerin çalıştırılması ile elde edilen üretime dayanır. Böylece neoliberalizmin gücü, sağlıksız beslenme, eşitsizlikler, çatışmalar ve adaletsizliklerden korunmak için verilen mücadeleler ile bir kez daha ön plana çıkartılır, görünürleşmesi sağlanır. Aynı zamanda neoliberalizm; milliyetçiliğe, etnosentrizme karşıdır, ücretlerdeki düşüşler, eğitim, sağlık, barınma ve beslenme gibi temel yaşam ihtiyaçlarındaki eksiklikler ile ilgilenmez, hatta bunları onaylar (MARCOS, 1997: 5).

Mikroplar

Sosyal bilimciler ve fen bilimlerinin en azından pek çok alanı, neoliberal ideolojiyi savunmayarak, olaylara neoliberallerin gözüyle bakmazlar. Burada ele alınan yanı ile gelecek nesillere saygıya dayanmayan, mikropları bir yayılma makinesi ve küresel ekonominin hızlı ilerleme kaynakları olarak gören neoliberalizmin; mikroplar ve ekosistemle arasındaki dönüştürmeye dayalı karşılıklı ilişkisi açıklanmaya çalışılmaktadır. Dünyadaki barış, neoliberalizm ve mikroplar ayrılmaz bir biçimde birbiriyle ilişkilidir. Ekosistemin temelini şekillendiren mikroplardır. Ancak insanların katı bir biçimde çevre üzerindeki faydacı yaklaşımları gezegeni ve sonuç olarak insanlığı kolayca yok etmektedir. PIRAGES (1997: 60), insanın doğa karşısındaki baskın teknolojik avantajlarına rağmen, yine de modern insanın doğayla çeşitli ve fazla etkileşim içinde olduğunu hatırlatmaktadır. Pirages ekolojik faktörlerin toplumları, yeryüzündeki çatışmaları, güç dağılımını, ortaya çıkan küresel tüm konuların doğasını şekillendirdiğini belirtmektedir. Burada iki temel noktaya işaret edilmektedir. Bunlar;

√ Bazı mikroplar tehlikeli hastalıklara neden olmasına rağmen, çoğunluğu patojen olmayıp,  insanların yaşam alanlarında biosfer aracılığı ile besinlerin dönüşümünde temeldir.
√ İnsanın mikroplarla birlikteliği daha güvenli bir yaşamın ön koşuludur. Çünkü sürekli çevresel yıkım bu açıdan tehlike yaratır ve enfeksiyon hastalıkları arttırır.

İnsan yeryüzünde var olmadan önce mikroplar tam olarak neydi? Ya da neredeydi?  Bu soruların yanıtları basit olarak verilirse, mikroplar mikroskopla görülebilen organizmalardır. Mikropların çeşitli organizmalardan başlayarak geniş bir tanımı olmasına rağmen, bakteri ve virüsler olarak 2 temel grupta sınırlandırılması barışı korumadaki etkilerinin anlaşılmasında esastır. Bakteriler küre, çubuk, ve spiral şeklinde olup, daha çok küçük, basit hücreli her yerde görülen canlılardır. Bakterilere insan vücudundan, bitkilere, hayvanlara, toprağa ve Kuzey kutbuna, denizlerin ve gökyüzünün derinliklerine kadar rastlanır. Bakteriler nihai dönüşümcülerdir. Bakteriler karbon, nitrojen, sülfür ve hidrojen gibi ham maddeleri kullanılabilen organizmalara dönüştürürler. Böylece ekolojistlerin tanımladığı besin döngüsündeki biyokimyasal dönüşümde önemli rol oynarlar. Bu, temel yaşam için önemlidir. Yani yeryüzünde insan var olmadan önce de farklı işlevleri ile çeşitli mikropların bulunduğu açıktır. CHILDRESS VE ARKADAŞLARI(1987: 117), bakterilerin fotosentez için ışığın olmadığı okyanusların/denizlerin derinliklerinde yaşadığını belirtmektedirler. Burada yaşayan bakteriler hidrojen sülfid oksidasyonu ile enerji üretirler. Böyle bir olağanüstü reaksiyonla solucan, deniz tarağı ve büyük hayvanlarla önemli bir ilişki içinde olan besin zincirinde de bitkiler ilk düzeylerinden daha farklı bir bir şekillenme ve değişim geçirirler.
Bakteriler yine nihai dönüşümcüler olmaları nedeni ile gezegendeki yaşama katkıda bulunup, derin etkileri ile ilginç gelişmelere neden olurlar. Her öğrenci mikrobiyoloji dersinde; deri, saç, ağız, ince-kalın bağırsak ve ürogenital sistemin bakteriyel yeri olan normal insanın mikrobiyal florasını öğrenir. Bakteriler patojenlerin gelişmesini önleyerek insanı sağlıklı kılar. ROOK VE STANFOR (1998: 114), sağlıklı bir floranın önemi konusuna değinirken, temizlik takıntısı ile bazen insanların astım ve diğer alerjik tepkilere neden olduklarını, böylece otoimmün (bağışıklık) savunmalarının zayıfladığını belirtmektedirler. Bunu ‘hijyen hipotezi’ olarak tanımlamakta ve bağışıklık sisteminin gelişmesinde insanların ‘mikropların’ baskınına uğradıklarını belirtmektedirler. Bağışıklık sistemi, bu geniş ve karmaşık hücre ağları olan mikroplarla şekil alan insan vücudundaki koruyucu sabit sınırlardır. Temizlik saplantısı, romatizmal ve diyabet gibi daha ciddi otoimmün hastalıklarının oluşmasına bile neden olabilir (HAMILTON, 1998: 26). TOMES(1998: 98) 19.yy’da bakterilere karşı ev kadınlarının nasıl mücadele ettiği konusunda bir çalışma yapmıştır. Bu konu bugün özellikle büyük bir pazarlama ve tüketim sektörü içinde yer almaktadır. Özel ürünlerin satışını destekleyen güvenli teoriler gündeme getirilmektedir. Pek çok işyeri, aile ve kamu hizmeti sunan alanlar bu konuda sadece toplum sağlığı konusundaki uzmanların uyarılarını dikkate almakla kalmamakta, aynı zamanda bu uyarıları özenle yerine getirmekte, çeşitli temizlik ürünlerinin ulus aşırı üretimi, dağıtımı ve tüketimi büyük bir sorumlulukla(!) pompalanmaktadır.
Virüsler bakterilerden de küçüktür. Hücreleri protein katmanı tarafından korunan nükleik asitten (DNA ya da RNA) oluşur. Yaşamalarındaki kolaylık nedeniyle hücreler, bitkiler, hayvanlar ve bakteriler üzerinde yaşarlar. Çok küçük oldukları için bakteriler tarafından üretilen enerji transferini oldukça kolay bir şekilde yaparlar. Deniz bilimci SUTTLE(1999: 50) bunu bir örnekle açıklamaktadır. Ona göre virüsler içine girdiği hücreyi patlatır ve hücre içine kendi nükleik asitini bırakarak denizlerde kontrollü bir yaşam sürerler. Böylece içinde bulunduğu hücrenin popülasyonunu düzenler ve biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesini sağlarlar.
Bu durumda insanlar; bakteri ve virüslerin yaşamın temeli olduğunu kolaylıkla anlamalıdırlar. Öyle ki, besinleri dönüştürürler, biyolojik çeşitlilik yaratırlar, bitki ve hayvanlar üzerindeki normal florayı biçimlendirirler; böylece patojenlerin gelişimini engellerler. Zaten insanlar antibakteriyellerle tüm mikroorganizmaları vücutlarından atamazlar. Öte yandan bazı bakteri ve virüsler insan, bitki ve hayvanlarda çok tehlikeli hastalıklara da neden olurlar. Bu durumda mikropların pek çok insan faaliyetleri ile çoğaldığı da söylenebilir. Nüfus artışı, savaş, çevrenin bozulması, teknolojik ilerlemeler bu faaliyetler arasında sayılabilir. Neoliberalizm bir motor olarak düşünülürse, tüm bu faaliyetler de bu motor için yakıt görevi üstlenmektedir. Batıda 1960’ların ikinci yarısında enfeksiyon hastalıkların tedavisinde ilaçlar güvenli bir durum yaratırken, iki tehlikeli sonuç ortaya koymuştur. Bunlar;

√ Bakterilerin çeşitli antibiyotiklere direnç göstermesi ve böylece
√ İnsan vücudunda yeni hastalıklara neden olmasıdır.

Eski hastalıklarda bakterilerin çeşitli antibiyotiklere direnç gösterme olasılığı daha düşükken bugün direnç gösteren genler çok hareketli olup, diğer bakteriler üzerine kolaylıkla yerleşebilirler. İnsanlar antibiyotikleri çok fazla kullandıklarında tüberküloz basili gibi oldukça eski düşmanların yeniden şekillenmesine katkıda bulunmakta, bir anlamda çok sıkı mücadele etmeyi gerektiren enfeksiyonlar yaratılmasına neden olmaktadırlar (DAVIES, 1994: 379).
Ayrıca daha farklı bir boyutta bakıldığında; yağmur ormanları zarar görmekte, iklim değişimleri yaşanmaktadır (MARSHALL, 1994: 2). Marshall nüfus artarken,  öncelikli olarak çevrenin istila edilip, hayvan popülasyonunda yaşayan virüslerin de insanlarda çeşitli hastalıklara neden olduğuna işaret etmektedir. Böylece yeni enfeksiyonlar ortaya çıkmaktadır. DIAMOND (1998: 149)’ın ‘Tüfek, Mikrop ve Çelik’ adındaki kitabında beyaz ırktan insanların gezegende böyle bir yükü nasıl oluşturduklarını tartışmaktadır. Kitapta Batı’nın aşırı tüketimciliğine dikkat çekilmektedir. Öncelikle ele alınan konulardan biri tarımın yükselişi ve nüfus artışıyla birlikte kentleşmenin neden olduğu temizlik kurallarına uymama sonucunda oluşan enfeksiyon hastalıklardır. Diamond üç önemli noktaya dikkat çekmektedir:

√ Nüfusun yoğun olduğu yerlerde tarım yapılmakta iken,
√ Daha sonra nüfusun kent merkezlerine taşınması ile
√ Oldukça yoğun olarak görülen hastalıkların kaynağı olarak tarımdaki hayvanların yerini evcil hayvanlar almıştır.

Bu son noktada insanların patojenlere maruz kaldığı vurgulanmaktadır. ATLAS (1998: 386), ‘Mikrobiyel Toplumla Mücadelede Biyolojik Silah Kullanımı’ konusunda yazdığı bir makalesinde, kitle imha silahları olarak mikroorganizmaların yanlış yerlerde kullanıldığını anlatmaktadır. Makalede bu silahların hem terörist saldırıların önlenmesi için geliştirilmesinin, hem de kargaşa, şiddet ve savaş için kullanılmasının yanlış olduğu belirtilmektedir. Zararlı biyolojik elementleri saptamada ve bunlarla savaşmada kullanılan araçlar aynı zamanda toplumu biyoterörist saldırılardan ve salgın hastalıklardan korumada kullanılmaktadır. Günümüzde teknolojinin yönlendirdiği bilgiye dayalı dünyada, araştırmada mükemmeliyeti sağlamak, karşılaşılacak yeni güvenlik sorunları ile savaşmada en etkin yoldur.
HEISBOURG’a göre(2001: 9) neoliberalizmin sunduğu serbestlik ortamlarında biyo-mühendisliğin çarpıcı gelişmelerle biyolojik savaş, yeni çağın tehdidi olarak ortaya çıkmış ve nükleer silah tehdidini geride bırakacak düzeye ulaşmıştır. Biyolojik silahların üretimi ve kullanımı uluslararası antlaşmalar tarafından 143 ülkede 1972’den beri yasaktır. Ancak bu antlaşmalar herhangi bir denetim mekanizması içermemektedir. Bu eksiklik Sovyetler Birliği tarafından istismar edilmekte ve özel olarak bakteri teknolojisi için oluşturulmuş dev büyüklükte bir biopreparat kompleksini barındırmaktadır. Biyolojik silahların büyüyen askeri potansiyeli, denetim mekanizmasının acil olarak düzenlenmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Cenevre Silahsızlanma Konferansı 1993’ten bu yana, askeri açıdan önemli ülkeleri kapsayan bir denetim protokolü üzerinde çalışmaktadır. Çin ve İran gibi ülkeler böyle bir protokole katılım konusunda çok istekli değillerdir; ama diğer ülkeler böyle bir protokolü destekledikleri taktirde dışlanma riskini göze alamayacaklardır. Olası bir trajedinin gerçekleşmesi uzak bir ihtimal olarak gözükse de, eğer Amerika, Çin ve İran bu protokolün engellenmesine katılırlarsa bu senaryo gerçek olabilir.
İlk olarak denetim mekanizması, savunma alanında biyolojik savaşa karşı sürdürülen çalışmaların yasal hale getirilmesine engel oluşturabilir. Diğer askeri güçler, Amerika’nın Avrupa’daki müttefikleri de dahil, bu endişeleri önemli bir sorun olarak görmez; ama diğer yandan İngiliz, Fransız ve Alman hükümetleri, askerlerinin ve sivil halklarının güvenliğini sağlama konusunda en az Amerika kadar ilgilidirler.
İkinci olarak denetim mekanizması, özellikle farmakoloji alanında biyoteknolojik endüstriye bir tehdit olarak gözükebilir. Ama Avrupa, dünya klasında olan İsviçre, Alman ve Fransız farmakoloji endüstrileri ile bir protokolle uzlaşmaya varmıştır. Burada Amerika ile Avrupa arasındaki fark; farmakolojik endüstrilerin Washington’un politikalarını etkileyecek şekilde lobi yapmasına, Avrupa’da olmayacak şekilde izin verilmesidir. Son olarak Amerikalılar, denetim mekanizmasının potansiyel olarak ihlalcileri saptamada zayıf kaldığına inanmaktadırlar. Ancak ABD’nin tam anlamı ile mükemmel bir denetim mekanizmasını sağlayamaması, hiçbir şekilde denetim olmasını istemeyen ülkelerin işine yaramaktadır. Tüm bu gelişmeler Neoliberalizmin yeni ekolojik düzenini belirler(HAWKS, 2006: 2).
Bilim adamlarının mikrobu keşfetmesinden uzun bir süre önce, mikroplar hastalıkların tedavisinde panzehir olarak, toplumun çalışma ve yaşama koşulları, hastalıkla mücadelede ve insan güvenliği amacı ile kullanılmaktaydı. O zamandan beri;

√ İnsanlar mikroplarla bir arada yaşamaktadırlar,
√ Mikropların hastalıklara neden olma kapasitesi artmıştır,
√ İnsanlar antibiyotikleri yanlış yerlerde, gereksiz bir biçimde kullanarak çevresel yıkıma neden olmuşlardır.
√ Mikropların gücü elinde bulunduranlar tarafından başka insanlara acı çektirmek için kullanılmasında olağanüstü çaba gösterilmiştir. Bu da insanlık tarihinde acı veren deneyimlerin ( ebola, kuş gribi, deli dana gibi ) yaşanmasına neden olmuştur.

Barış

Barışın, neoliberalizm ve mikropla ilişkisini açıklamak için, öncelikle barıştan ne kastedildiği anlaşılmalıdır. Barış savaşın olmamasının da ötesinde bir şeydir. Öyle ki, korunması ve geliştirilmesi için özel ilişkileri, davranış ve tutumları gerekli kılar (GREGOR, 1999: 28). Barış, toplumun tüm bireylerinin birbiriyle daha eşit ilişkiler içinde yaşaması için sosyal etkileşimde eşitlik yaratır. Şiddetin ve adaletsizliğin olduğu, özgürlüğün olmadığı yerde barış olamaz (CCTP, 1998b: 1). FISK (2000: 184) yeryüzünde negatif ve pozitif olarak iki tip barışın olduğuna işaret etmektedir. Negatif barış, militarizm, savaş ve terörizmin yanısıra diğer şiddet şekillerinin sona erdirilmesi durumudur. İnsanlar, barış bozulduktan sonra çatışmanın durdurulması, ateşin söndürülmesini gerektiren becerilerin kazanılmasına dayanan pozitif barışı sağlamak için sosyalleştirilmelidirler (CCTP, 1998a: 2). Pozitif barış, insanların sağlıklı ve daha özgür, güvenli bir biçimde yaşamasına katkıda bulunan kültürel, politik ve ekonomik uygulamaların varlığı anlamına gelir. Toplum pozitif barışı, şiddeti azaltarak inşa eder. Yeni dünya düzeni barışın her iki boyutunun birlikte tartışılmasına neden olmaktadır. Öyle ki, pozitif barışı zedeleyen negatif barışa savaş, çatışmalar, şiddet, düzensizlik, isyan ve istismar gibi insan yaşamına kasteden koşulların sona erdirilmesi ile ulaşılır. Pozitif barışın negatif barışı ortaya çıkaran koşulları azaltma potansiyeli vardır.
FISK (2000: 173) bu bağımlılığın yaşama geçirilmesinde 3 yol izlenebileceğini, bunların;
√ Barışı içselleştirmek için eğitim,
√ Barış için eğitim,
      √ Yaşam boyu eğitim süreçlerinde barış için eğitim yolu ile ‘’barış kültürü’’nün inşa edilmesinde temel olduğunu anlatmaktadır.

Barışı içselleştirmek için eğitim; sosyal adalet, hoşgörü, cinsiyet eşitliği, okur-yazarlık,  yaşam kalitesi, insan hakları, güvenli çevre, insan güvenliği, ahlak, baskı, farklılık, çatışma gibi sosyal politikanın temelinde yer alan konuları ve çözüm önerileri ile ilgili barış ortamını etkileyen fikirlerin ve bilgilerin toplanmasını ifade etmektedir. Barış için eğitim; insanların bu konudaki ideoloji, değer, tutum, ahlaki standartlar, ötekine karşı duyarlı olma ve geçmişe dönük düşmanlığı zayıflatan yeni algıların işlenmesi demektir. Fisk,  yaşam boyu eğitim süreçlerinde barış eğitiminin; bilgelik, akıl, işbirliği, demokrasi, maksimum insan potansiyeli ile yaşam koşullarının eleştirel yönden farkındalığını kazanmak için çaba harcayan insanların bir araya gelmesini sağlayacağına dikkati çekerek, eşsiz olduğunu belirtmektedir. Eğitim, belirsizliklerle dolu dünyada insanların gelecekleri ile ilgili sorumluluk hissetmelerini sağlamaktadır. Eğitim; insanların kendi sınırlılıklarına duyarlı olmalarına yol açarak sorumluluk ve güven içinde yaşamaları için kapasitelerini, yeni ve daha önemli bilgi ve kavramlar uğruna ön yargı ve algılarını değiştirmelerini sağlamaktadır. Bunun ülkeleri yöneten hükümetlerdeki yansımaları ise daha da eşsizdir. Çünkü bu durumda karar mekanizmalarındakiler ülkelerindeki yurttaşların daha sağlıklı, güven içinde ve özgürce yaşaması için mücadele etmeyi bir saygı ifadesi olarak gören, sosyal politikayı vazgeçilmez bulan eğitilmiş insanlar olacaklardır.
Neoliberalizm, Mikrop ve Barış Arasındaki Sinerji

Neoliberalizm, mikroplar ve barış arasındaki bağların derinliğinden gelişen sinerji, ekosistemin ve insanlığın sürdürülebilmesi için gereklidir. FISK (2000: 160)’in barışın içselleştirilmesi için eğitimle ilişkilendirdiği eylemler bu sinerjinin bir sonucudur. Küresel düzeyde yaygın, yaşamı yücelten bir barış kültürünün gelişebilmesi için toplumlar dönüşüm geçirmelidirler. Bu dönüşüm başka insanlara karşı bir empati geliştirmeye, sosyal refah ve bireysel gelişmeye, uyuma dayalı bir süreç ile gerçekleşir. Böylece toplumlar arasında eşitlik yaratılır. Aynı zamanda barış, güçlü ekonomilerin karşılıklı olarak gelişimini gerektirir (JOHNSON, 1998: 3). Oysa günümüzde güçlü ülkelerdeki kişisel ve ulusal güvenliğin sürdürülmesi için, politik ve ekonomik kontrol piyonu olarak kullanılan Batılı olmayan toplumların Neoliberal gündemi, özellikle silahlı çatışmalarla ortamın tehlikeli bir hal almasına yol açmaktadır (DALLMAYR, 1998: 14).
Güvenliğe yönelik gelişme, şiddet ile gerçekleştirilemez. Şiddet; kargaşa ve savaşın önlenmesini sağlayan ekonomik ve siyasal yapıların oluşturulmasını içeren pozitif barışın yokluğunda, neoliberal felsefeyi savunanlar tarafından ortaya konulan uygulamalar nedeni ile sosyal adalet,  insan güvenliği, eşitlik, çevrenin korunması, cinsiyet eşitliği, okur-yazarlık, insan hakları, ahlak gibi barışın temel taşlarını oluşturan değerler neoliberallerin pek fazla önemsemediği konulardır. Neoliberaller, kaynak sağlama ve kaynakların dağılımı, ekonomik gelişme, teknolojik ilerleme, gelişme ve kâr maksimizasyonu gibi konulara yatırım yaparlar. Onlara göre, bu konuların dikkate alınması;

√ Bireyselcilik, (Her insanın diğerlerinden kesinlikle bağımsız hareket ettiği ve insanoğlu tarafından olmasa da sadece doğal çevreleyiciler tarafından sınırlandırıldığı düşünülür)
√ Devlet müdehalesinin hiçbir şekilde olmadığı serbest pazar ekonomisi,
√ Sosyal çıkarlar yerine bireysel karların tercih edilmesi açısından önem taşımaktadır.

Eşitlik, adalet, cinsiyet ayrımcılığının olmayışı, insan hakları ve ahlaki konular neoliberalizmi savunanlar için kağıt üzerindedir. Devletin yasal rolü, sadece yönetilmesi zor olan serbest ekonomiyi daha düzenli hale getirmek için vardır. İronik olarak neoliberaller barış, güvenlik, insan hakları, sosyal adalet, kültürel çoğulculuk ve demokrasi için temel olan sağlıklı ekonomik gelişmeyi de tartışırlar. Ayrıca neoliberaller, neoliberal ekonomiyi ticaret için bütün kapıların açılmasında bir anahtar olarak görürler ve ekonomik bir araç olarak etkinliği sağlamak için kadın, erkek ve çocukların faaliyetlerinin değerinin ölçülmesini doğal bulurlarken; bir türlü kadınların ücretsiz işgücünün ulusal gelir hesaplarına yansıtılmasına da yanaşmazlar. Bu bakış açısı insana hizmet için var olan ekonomik, siyasal ve sosyal kurumlarla dünyayı daha yaşanılır kılan barış taraftarlığının tamamen karşısındadır. (JWIM, 1997: 2).
Maalesef bugünün dünyasında neoliberal bakış açısı egemendir. Serbest ticaret, ekonomik gelişme ve teknolojik ilerlemenin garanti altına alınması dışında barış kültürüne gereken önem verilmez. Neoliberaller çevrenin bir para kaynağı olarak işletilmesini, sosyal kurumların temellerinin ve prensiplerinin önemsenmemesini, insani olmayan koşullarda çalışan kurumlara karşı tepki gösterilmemesini (bir süredir Türkiye’de yaşanan tersane ölümleri karşısında gösterilen cılız tepkiler ile yaşanan ölümlere karşın alınan, aslında tepkileri geçiştirmek için alındığı söylenen tedbirler gibi, toplumun içine çekildiği hoşnutsuzlukların, güvensizliğin negatif barış koşulları arasında sayılamayacağı hiç kimse tarafından iddia edilemez ) dolayısı ile toplumsal barışa olanak sağlayan programları dikkate almazlar. Tersine ticaret, ekonomi ve teknolojiyi; kişisel çıkarları ve serbest pazarların yönetilmesi için birer paradigma olarak savunurlar. Tüm bunlar bir insanın pozitif barışın gerekli olduğunu düşünmesi açısından oldukça ironiktir. Ancak bunun yerine bazıları, virüs odaklı ürün ve hizmetlere dayanan savaş mallarının ticareti (biyolojik savaş) için negatif barışı kullanırlarken, çoğu da teknoloji odaklı savaş ve silahları finanse etmek için bir pazar olarak negatif barışı kullanırlar. Biyolojik savaşta toplu olarak, insanların ölmesi ve hastalanması için virüs, mantar ve patojenik bakterilerin üretilmesi ya da işlenmesi kasıtlı olarak yapılır(ROGERS vd., 1999: 73).
Burada önemli olan insanın doğal ve insan yapısı çevreleri ile karşılıklı ve birbirine bağlı ilişkilerine saygı gösteren insan ekolojisi perspektifinin anlaşılmasına duyulan ihtiyaçtır(BUBOLZ/ SONTAG, 1988: 11). Bu bağlamda öncelikle neoliberal düşünceyi savunan insanların dünya ekosistemini bir işletme olarak gördüklerini, aslında kârı amaç edindiklerini unutmamak gerekir. Ekosistem insanların ve ulusların doğal olarak güvenliğini, virüs ve bakterilerin kontrol edilebilirliği üzerindeki etki gücü ile yönetme yeteneğine sahiptir. Silah endüstrisinin gelişmesi karşısında toplumların silahlanması ile artan kargaşalar, terör ve gereksiz savaşlar neoliberalizmin sürekli karakteristiğini oluşturur. Daha da kötüsü neoliberalizm, bir anlamda “savaş tanrılığı”na kalkışan şirketlerin desteklenmesi ve korunması için kaynakların kullanılmasını da kolaylaştırır (RODRIQUEZ, 1994: 1). Neoliberalizmin olduğu yerde gücün kaynağı devlet değil, işi paraya yönlendiren finansal kuruluşlar, dünyanın finans merkezleri ve hiyerarşik şirketlerdir. Bu güç, para satın alan ve satanlardadır. Neoliberallerin yürütülen bazı işler için vergi, indirim ve sübvansiyonlar ile ilgili devlet politikalarına karşı olmamaları kayda değerdir. Pozitif barış; vatandaşların sağlıklı, özgür ve güven içinde yaşamalarına katkısı olan ekonomik uygulamaların varlığını da temsil eder. Sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarının azlığı, barışın olmadığı, sivil çatışmaların yaşandığı ve temizlik açısından yetersiz kalabalık ortamlarda enfeksiyon hastalıkların daha sık görülmesine neden olur. Bu da neoliberalizm, barış ve mikroplar arasındaki ilişkinin bir diğer örneğini oluşturur.
Ekonominin küreselleşmesi, finansal krizler için potansiyel oluşturur (SINGH, 1999: 39). Aşırı kapitalist olan bir toplum için; çatışmalar, kargaşalar, savaşlar, sağlığın tehdidi, eğitime erişememe, güvenlik ve sanitasyon sorunları, hatta terör ekonomik krizlerin sonucudur. Bu krizler neoliberallerin kârını artıtırırken, sosyal politikanın da sonunu hazırlar. Çok az ya da hiçbir zaman çevreye ilgi gösterilmez. Üretimin insani, sosyal ve ekolojik yönünü eksilten, görmezden gelen ideolojik eğilimlerin azalttığı sorumluluk duygusu ile gerçekleşen üretim faaliyetleri nedeniyle patojenlerin ya da bulaşıcıların artması olağandır. MARCOS (1997: 3) neoliberalizmi IV. Dünya Savaşı olarak karakterize eder ve Çekoslavakya, Kosova, Yugoslavya ve Rusya gibi birleşik devletlerin yıkılmasında en büyük etken olarak gösterir. Bu olayların son örneği de ABD’de gerçekleşen 11 Eylül olaylarından sonra Afganistan ve Irak’taki savaşların ortaya çıkmasıdır. Bu noktada barışın pozitif içeriğini, yoksunlukla mücadelede negatif barışın kaynaklarından duyulan mutsuzluk, çekilen ıstıraplar, çok yoksul bölgelerde yaşayan insanların insan sevgisinden yoksun olması, zayıf sanitasyon, ekolojik felaketler, yetersiz barınma, giyinme ve beslenme gibi eksik ve yetersiz yaşam koşullarındaki iyileşmeyi hedefleyen konular oluşturur. Kalabalık, sağlıksız ve nüfusun sürekli arttığı koşullarda enfeksiyon hastalıkları daha fazla görülür. Tüm bunlar neoliberalizm, mikrop ve barış arasındaki ilişkinin en açık örneklerindendir.
Bazı durumlarda çelişkiler görülebilir; ancak neoliberalizmin küreselleşmesi gerçekten birbiriyle çatışma içinde olan, bir kısmı izole edilmiş, parçalanmış bir dünya yaratır. AUSTIN (1996: 1) gelir, cinsiyet ve etnik bağlar arasında düşmanlığa neden olan eşitsiz farklılıkların, toplumların parçalanması ve güçsüzleşmesine katkıda bulunduğuna işaret eder. Neoliberalizm; insanların birbirlerine karşı kendi çıkarları için taktikler geliştirmelerini sağlayarak, insanlar arasında ayrım yaratarak, insanları birbirlerine ötekileştirerek düşmanca davranmalarına neden olur. Bu düşmanlığın merkezinde özellikle yoksulluk, açlık, kentleşme ve tehlikeli hastalıklara maruz kalma olarak karakterize edilen durumların yaşandığı ağır bir şiddet bulunmaktadır.
Yağmur ormanları ve çöllerin bozulması ile insanlar için zararlı ve bazen de ölümcül olan bakteri ve virüslerin oluşmasına neden olunmaktadır. Tüm kıt kaynakların elde edilmesi için ekonomik gelişme, sürdürülebilirliği ve ekolojik olmayan uygulamaları gerektirirse, bu durum özellikle dikkate alınmalıdır. Bu uygulamaların sürdürülmesiyle patojenler yayılır, havanın temizlenmesini sağlayan yağmur ormanlarının bu yeteneği azalır, modern zamanın antibiyotikleri olarak kullanılan bitkilerin temel yapısı bozulur. Toplumlar her biçimde insanları etkileyen bu uygulamalar nedeniyle sadece hastalanmakla kalmayıp, aynı zamanda kültürleri ile yok olma tehlikesi yaşamaktadırlar (MCGREGOR, 2004:10).
Mikropla ilişkili bir diğer odak nokta, enfeksiyon patojenlerin yok edilmesi için oldukça önemli olan ve 4 adımda incelenen insan faaliyetleridir. Bunlar;

√ Vektörleri taşıyan hayvan ve su kaynakları ile  
√ Öldürücü özelliği olan patojenlerle
√ Vücudun bağışıklık sistemini bozan patojenlerle temas halinde olma ve
√ Bu canlıların oluşumundan ölümüne kadar yok olmalarını sağlayan koşulların oluşmamasına doğrudan ya da dolaylı olarak neden olmadır.

Doğal ve sosyal çevreyi bozan ya da değiştiren bu tür canlılarla özellikle kalabalık ortamlarda temas halinde olunur. Kapitalistler amaçlarına ulaşmak için bu tür silahları kullanırlar. Her patojen insanın bağışıklık sistemini alt-üst eder. Yoksulluk, aşırı nüfus, yeterli sanitasyon eksikliği, içme suyu eksikliği, sağlık ve güvenlik standartlarının eksikliği, tehlikeli gaz ve kimyasallara maruz kalma hastalık ve salgınlara neden olur. Sonuç olarak, mikroplar insanların aldığı antibiyotiklerle ve kapitalizmin kazançlarıyla geliştikçe uyum sağlama kapasiteleri artar. Aynı zamanda insanlar yeni hastalıklara, patojenleri yanlış yerlere ulaştırarak kendileri de neden olurlar (ROBBINS, 1999: 51). Neoliberalizm kültürü düzgün bir şekilde yönetilmedikçe, barış ve mikrop arasındaki bu olumsuz etkieleşime her zaman olanak sağlanacaktır. Robbins savaş ve iç çatışmaların neden olduğu su yoluyla bulaşan hastalıklar ile difteri ve daha az sanitasyon ile hijyenik koşulların neden olduğu diyare, yüksek ateş, malarya, kolera, veba ve salmonella gibi hastalıkları kentleşmenin ortaya çıkardığını belirtmektedir.
Yoksulluğun sürekliliği, ümitsizlik, baskı ve istismar sağlığı bozar ve savaşa teşvik eder. Çünkü neoliberalizm nedeniyle devletler, anaparanın kontrolünde önemli uluslararası işbirliğinin CEO’su olan ve başkanı olarak bilinen, birden fazla ülkeyi yöneten şirketlerin tutarsız politikaları yüzünden; eğitim, refah ve sağlık politikalarına uyulmasında zorlanırlar (SINGH, 1999: 32). Korten (1999: 42) ise liberalizasyon ve yeni küresel ekonomiye alternatif olarak sağlıklı bir pazar ekonomisini benimseyen küresel sisteme işaret etmektedir. Bu sistem, insan ve toplumların ihtiyaçlarını karşılamak için yerel ekosistemlerin uzantısı olarak çalışır. Ancak böyle bir pazar da neoliberal düşünce devletin rolünün azaltılmasını gündeme getirir. Devletin maaş kontrolüne, işçi ve insan haklarına, sağlık ve çevresel bütünlüğe müdahale etmesi, neoliberaller tarafından serbest para, mal ve hizmet hareketlerine engel olma olarak nitelendirilmektedir. Çünkü serbest hareketlerin az olması kar, yatırım getirisi, mülkiyet sahipliği gibi neoliberalizmin odak noktalarını tehlikeye atar.

SONUÇ

Endüstri devrimi ile yeryüzünde neoliberalizmin en önemli gelişme alanı olan serbest piyasalar ve bunlar sayesinde, toplumu örgütleyen temel prensipler etklenmiştir. Geçmişte pazar; aile, tüketici, gelenekler ve yasalarla örgütlenmiş toplumun pek çok baskı altındaki unsurlarından sadece biriydi. Bugün ise, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, kapitalizmin aç gözlü çocuğu neoliberalizm ve ağırlıklı bir biçimde küreselleşmenin kapsayıcı yönlendirmeleri ile barış, sağlık ve güvenlik açısından ciddi bir şekilde yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılan çevre üzerinde bütün olarak, tümüyle etkili olan pazar, günlük yaşamı sınırları içine katarak, yaşamın her alanının büyük pazar yerine dönüşmesine yol açmıştır.
Bu durumda ekosistemde yaşamın sürdürülebilirliği için küresel ölçekli kitlesel dayanışma, işbirliği ve ortak çözüm üretme anlamında ortak aklın öneminin değeri algılanmalıdır ve mücadele için yürekli olmak gerekmektedir. Mücadelenin odağında kar sağlamak için anaparayı yönetme, kapital yatırım riskini azaltma gibi neoliberallerin ilgi alanına giren konular yerine, neoliberalizmin yol açtığı insani gelişme sorunları, açlık, yoksulluk, çevresel yıkım, hastalık, etnik çatışma ile neoliberal jargonla söylenecek olursa yerel toplumların kültürleri ile yaşadıkları toprakların baskı altında tutulması gibi konular bulunmalıdır. Barış, güvenlik ve çevresel bütünlüğün egemen olduğu adalet için neoliberalizm ile barış ve mikrop arasındaki mevcut ilişkilerin temelinin anlaşılması gerekmektedir. Neoliberalizmin gelişmesi için yaratılan ortam, insan için güvenli bir yaşam sunmaz. Bu nedenle ekosistem ve insan etkileşiminin karşılıklı olarak daha yararlı yürütülmesi, küresel sistemin dinamiklerinin iyi anlaşılması ve yönetilmesi ile gerçekleşir. Ancak maalesef sosyal politika bugün zorlanmaktadır ve öyle görünmektedir ki, bu noktada insanoğluna düşen, neoliberalizmin karşısında bilinçle direnmek, direnme noktalarını keşfetmek ve sistemi insanlık yararına yönetmek gereğinin anlaşılmasını umut etmekten başka bir şey değildir. İnsanlık kendi geleceğini tayin etme hakkı elinden alınmış, etkisiz yığınlara dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

KAYNAKLAR

AUSTIN, A.Z. (1996, July 15), “Social Aspects of Neoliberalism,” http://studentorgs.utexas.edu/nave/social.html (2006, May 16).                  
ATLAS, R. (1998), “Biological Weapons Pose Challenge for Microbial Community,” ASM News (Number 64): 383-389.
BUBOLZ, M./SONTAG, S. (1988), “Integration in Home Economics and Human Ecology,” Journal of Home Economics and Consumer Studies (Volume 12): 1-14.
CCTP (1998a, July 18), “Problem Identification Topics,” http://www.peace.ca/problem.htm (2006, May 17), Canada.
CCTP (1998b, September 20), “UNESCO Culture of Peace Program,” http://www.peace.ca/unesco.htm (2006, May 17), Canada.
CHILDRESS, J. J/FELBECK, H. /SOMERO, G.N.(1987), “Symbiosis In Hydrothermal Vent Animals,” Scientific American (Volume: 255): 114-120.
DALLMAYR, F. (1998), “Some Rays of Hope? Commentary,” International Movement for a Just World, 18, 13-14.
DAVIES, J. (1994), “Inactivation of Antibiotics and The Dissemination of Resistance,” Science, 264, 375-382.
DE ANGELIS, M. (1996, August 21), “Radical Demands of The People of The Planet,” http://www.eco.utexas.edu/faculty/Cleaver/wk1raddem.html (2006, May 19).
DIAMOND, J. (1998),  Guns, Germs and Steel ( NY: W.W. Norton).
FISK, L. (2000). “Shaping visionaries: Nurturing peace through education,”  FISK, L./Schellenberg, I. (eds.), Patterns of Conflict, Paths to Peace (Peterborough: Broadview): 159-193.
GEORGE, S. (1989, March 20), “A Short History of Neoliberalism,” http://www.globalpolicy.org/globaliz/econ/histneol.htm (2003, September 8).
GREGOR, T. A. (1999), A Natural History of Peace (Nashville, TN: Vanderbilt University Press).
HAMILTON, G. (1998), “Let Them Eat Dirt,” The New Scientist, 159/2143:  26.
HAWKS, B.B. (2006, Nisan 6), “Küreselleşen Dünyada Yeni Terör  Biçimleri ve Savunma Stratejileri,” http://sanattasarim.iku.edu.tr/kentometre/esozce/kuresellesenteror.pdf (2006, Mayıs 23).
HEISBOURG, F. (2001), “Biological Warfare: The Next U.S. and Europe Split?,” The Tocqueville Connection, 8-10.

JOHNSON, M. L. (1998, February 3), “Trends in Peace Education,” http://www.indiana.edu/~ssdc/peaceed.htm (2006 ,August 20).
JWIM. (1997, July 2), “Towards a Culture of Peace and Development,” http://www.just-international.org/comm.html ( 2006,May 24).
KORTEN, D. (1999), The Post-Corporate World: Life After Capitalism (Toronto: McGraw-Hill).
LAUESEN, T. (1996, October 7), “Strategy for Global Anticapitalism,” http://www.geocities.com/CapitolHill/3849/glob_torkil.html (2007, March 21).
MARCOS, I. (1997, June 4), “The Seven Loose Pieces of the Global Jigsaw Puzzle: Neoliberalism,” as A Puzzle http://flag.blackened.net/revolt/mexico/ezln/1997/jigsaw.html (2007, March 2).
MCGREGOR, S.L.T. (2004), “Consumerism and Peace: Using Postmodernist Thinking to Understand Consumerism from A Peace Perspective”, http://www.consultmcgregor.com (2004, November 15).
MCGREGOR, S.L.T. (2002), “Neoliberalism, Microbes, and Peace: A Ecological Perspective,” Kappa Omicron Nu Forum, 14(1). http.www.kon.org/archives/forum14 1/mcgregor.html (2006, November 8).
MARSHALL, R. (1994, May 7), “Revenge of The Rainforests,” http://www.greenleft.org.au/back/1994/159/159p11.htm (2003, September 8).
MARTINEZ, E. / GARCIA, A. (2000, September 3), “Corporate Watch - What Is Neoliberalism,” http://www.globalexchange.org/campaigns/econ101/neoliberalDefined.html (2007, March 3).
MCQUAIG, L. (1998), The Cult of Impotence (Toronto: Viking).
MOQUIN, W. F. (1994), Social Studies (Extracted from Compton's Interactive Encyclopaedia (CDRom) Carlsbad, CA: Compton's NewsMedia Inc).
PIRAGES, D. (1997), “Ecological Theory and International Relations,” Indiana Journal of Global Legal Studies, 5/1: 53-64.
ROBBINS, R. H. (1999). Global Problems and The Culture of Capitalism (Toronto: Allyn and Bacon).
RODRIQUEZ, C. (1994, May 5), “Neoliberalism,” http://www.actlab.utexas.edu/~zapatistas/neo.html (2006, July 2).
ROGERS, P. /Whitby, S. /Dando, M. (1999), “Biological Warfare Against Crops,”. Scientific American (Volume: 280, Number: 6): 70-75.
ROOK, G. /STANFORD, J. (1998), “Give Us This Day Our Daily Germs,” Immunology Today, (Volume: 19): 113-116.
ROSCH, M. (1998, April 23), “What Does Neoliberalism Mean”
SINGH, K. (1999), The Globalization of Finance: A Citizens Guide (NY: Zed Books).
STRUM, L. (1998, April), “Similarities and Differences Between Neostructuralism and Neoliberalism” http://tiss.zdv.uni-tuebingen.de/webroot/sp/barrios/themeA3c.html (2006. May 7).
SUTTLE, C. A. (1999), “Do Viruses Control The Oceans,” Natural History (Volume: 99): 49-51.
ŞENKAL, A. (2007), Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika (İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım, 2. Baskı).
TOMES, N. (1998), The Gospel of Germs (Cambridge, MA: Harvard University Press).