PUZZLE PORTRELER/FARUK
BİLDİRİCİ/HÜRRİYET 15.07.2012 PAZAR
ŞENGÜL
HABLEMİTOĞLU
MUTLUYDUK
Benim
yaşamım üçe ayrılır. Necip’ten öncesi, Necip ile olan dönem ve Necip’ten sonra.
Necip ile yaşamak çok keyifliydi. Herşey bir yana standart bir eş olmadı hiç.
Bir kere çok iyi iki arkadaştık. Konuşacağımız şey hiç bitmezdi. Haftanın bir
günü mutlaka öğle yemeğinde buluşurduk. Bir bakardık, eyvah saat iki olmuş! Tabii
bazı yerlerden sıkıştırılmaya başlanmıştı. Suikastı bekliyorduk. Çok tehdit
alıyordu. Biz bilgisayarı ortak kullanıyorduk, mail adresimiz de ortaktı. Bir
mail gördüm, “Çok yakınındayım, seni izliyorum. Bir gün ensene sıktığımda
göreceksin” diyordu. Bir gün Kızılay’da yürürken adamın biri “Seni
mahvedeceğim” diye üzerine sürüyor arabasını. Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden
sonra arabayı uzaktan kumandayla çalıştırıyorduk. Onu çok frenlemeye
çalışmışımdır. Kadınlar bence daha sağduyulu oluyorlar. Bildiğini, saptadığı
şeyi paylaşmaktan yana biriydi. Tam da istediği gibi yaşadı. Bu konuda çok eleştirildim bazı aile
yakınlarımız tarafından. Motive edici olmamalıydın gibi şeyler. Ama bizim için değişmek
zorundasın deseydik bakışı değişirdi. Gözündeki ışık sönerdi. Mutlu bir
insandı. Birlikteyken hayatı çok seven insanlardık. Ufacık bir rengin
güzelliğini paylaşıp bundan keyif alırdık. Şimdi değil miyiz? Yine öyleyiz.
Kızlar evde yoksa ben bir kadeh şarabımı koyar, dansederek yemek yaparım kendime. Ama biz 18 Aralık 2002 akşamı makas
değiştirdik. Giderken başka bir yola geçtik. Dolayısıyla ben üçüncü dönemdeyim,
çocuklarım için ikinci dönem. Biz şimdi Necip’i, çok gülerek ve eğlenerek
hatırlıyoruz.
O AKŞAM
Ankara’nın
soğuk günlerinden biriydi. Sabah beni pencereden uğurladı Necip. Arabamın
üzerindeki karları temizlerken birden gümüş rengi Fiat Brava bir araç hızla geldi.
Benim aracımın yanına park etti. İçinde iki genç oturuyordu, yüzleri bugün gibi
aklımda. Dini yayın yapan bir radyoyu dinliyorlardı. Arabanın plakasını da
aldım. Sonra yola koyuldum. Arayıp Necip’e haber verecektim, aklımsan silindi
gitti. En son akşam evde yemek hazırlıkları yaparken aradı. “Markete giriyorum
ne lazım” dedi. Sofrayı hazırladım, o arada kapımız çaldı. Apartman görevlimiz
arkada, küçük oğlu öndeydi. İnsan uyanmıyor böyle bir şeye. “Şengül abla,
arabanızın yanında bir adam yatıyor” dedi. Park ettiğimiz yere doğru pencereden
baktım. “Burada değil galiba” derken anladım. Çocuklar salondaydı. Onlara, “Ben
arabamızın yanına çıkıyorum, sakın kımıldamayın, şimdi döneceğim” dedim. “İnşallah
yaralıdır” diye dua ederek dışarı çıktım, komşularımız beni yanaştırmak
istemedi önce. Dokunamıyorum, nasıl uyuyorsa elleri öyle kıvrılmış yatıyor.
Yüzü kanlı, gözlüğü duruyor. “Yaşıyor mu?” diye sordum yanımdakilere. Cevap
veremediler. “İşte oldu” dedim. Orası birden kalabalıklaştı. Hemen yukarı
çıktım. Çocukların biri on, diğeri 11 yaşındaydı. İlginç tarafı, ben
dışarıdayken evin telefonları çalmaya başlamış, televizyonlar altyazı geçmiş. Çocuklar da şaşırmış. “Bundan sonra babanız
bizimle değil. Konuşacağımız çok şey var ama ne olur ağlamayın, beni bekleyin.
Birlikte ağlayacağız” dedim. İki çocuk birbirine sokulmuş, büzülüp tek vücut
haline gelmişti. Onları komşularımıza emanet edip çıktım yine. Polis gelmişti,
etrafı çevirmedikleri için medya yakınına kadar girip çekim yapıyordu.
“Almayın” diyordum, öyle bakıyorlardı. Bir saat sonra çevirdiler etrafı. Bula
bula iki mermi kovanı buldular sadece. Üniversiteden iki arkadaşımı eşimin
küçük çalışma odasının kapısına oturttum, “Bu odaya kimseyi sokmayın” dedim.
Çok enteresan ben avukatımızla birlikte emniyete götürüldüm, yarım saat sonra
iki insan geliyor, “Odasına girip bakmamız gerek” diyorlar. Onlar da “Evsahibi
kesin talimat verdi giremezsiniz” diyorlar. Sonra bizim gözetimimizde odayı
açtık, kaydını alarak bilgisayarını polise teslim ettik. O gece, poliste sabaha
kadar sorguladılar beni. Hiç insani bir tutum değildi bu. Suçlu gibi
davrandılar bana. Çok erkek bir ülke
burası. Herşey erkek üzerinden yürüyor. O gece emniyette rahatsızlandım,üzüntü
ve öfke insanı olmadık şekilde etkiliyor. Cenaze gecesi de emniyetteydim. O
aracın da ABD elçiliğine koruma yapan bir firmaya ait olduğu saptandı. Güya
oradaki Amerikalıların lojmanları için gözetliyorlarmış. Sorguda polislerden
biri, şube müdürleri odada yokken bana fotoğraf gösterdi, “Gördüklerinizden biri
bu muydu?” dedi. “Evet, biri buydu” dedim heyecanla, adam ortadan kayboldu bir
daha görünmedi. Müthiş bir vurdum duymazlık vardı. Nefret ettim. Arabasını
teslim ettiklerinde tampondaki kan duruyordu hala. Defalarca gözünüzün önüne
geliyor olay. Küçük bir, Enam-ı şerif duası vardı arabasında. Çok inançlı bir
adamdı Necip. Şube Müdürü polis dedi ki, “Hocanın arabasından bu çıktı. Bize de
böyle anlatmamışlardı.” Ne kadar dindar olduğumuza dair bir deklarasyonda mı
bulunmak zorundayız? Kimi ilgilendirir bu? Gerçi öyle bir dönem yaşıyoruz ki,
dindarölçerle yaşıyor insanlar sokaklarda. Böyle bir ülkeye dönüştük.
YAS
DANIŞMANLIĞI
Olaydan bir
ay kadar sonra biz bir Amerika seyahati yaptık. Çok yakın bir arkadaşım yaşıyor
orada. Bizi çağırdı, üçümüz gittik. O 12 saatlik seyahatte 12 saat ağladım ben.
Bir de her şeyi birlikte yaptığınızı hatırlıyorsunuz. Zorlu bir süreç aslında.
Ama atlattık biz bu süreci. Dul yazmasını istemediğim için nüfus cüzdanımı uzun
süre değiştirmedim. Ne çirkin bir yaftalama dul! Sonra kimlik numarası çıkınca
mecburen değiştirdim. Bekar yazıyor. Yeni pasaportlarda da bir şey yazmıyor o
konuda. Bu demektir ki yas sürecimde epey yol almışım. Çok kötü zamanlardan
geldik bugüne, onuncu yılın içindeyiz. Bir travma yaşadık. Ama bunu hayatımızı
sürdüremeyeceğimiz bir noktaya taşımadık. Ben kendimi eğittim. Bir kere her acı
insanı büyütüyor. Göründüğünüz yaşın üstüne en az 20 yıllık deneyim
ekliyorsunuz. Hayatı daha çok sevmeyi, insanları umursamamayı öğreniyorsunuz.
“Menekşe’den önce” belgeselinin gösterimine gidemedim. Çünkü çok üzülüyorum ve
artık üzülmek çok yorucu olmaya başladı. Mutsuz değilim. Üzgün olmakla mutsuz
olmak aynı kavramlar değil. Artık düşüncelerimi insanlara daha net
söyleyebiliyorum. Yas danışmanlığı eğitimleri veriyorum. Evet, birinin bana
ders vermesi gerekirken ben insanlara anlatıyorum. Damdan düştüğümüz için
damdan düşenin halinden anlıyoruz; bu da sevgili Nilüfer Kışlalı’nın sözüdür.
Onun için de bu yas danışmanlığına ağırlık verdim. Yasın iki tarafı var. Yasla
karşılaşan insanlara gidince çok konuşmayacaksınız, “Senin için ne yapabilirim demeyeceksiniz, yanında olduğunuzu gösterip,
yapacaksınız. Yası yaşayanlar içinse med cezirler, geri dönüşler var. Bilişsel
Evlilik Terapileri Derneği var, ayda bir orada evlilik kalitesi ve ilişki
yönetimi ile yas danışmanlığı dersleri veriyorum.
UYKU
Necip’ten
sonra uyku problemlerim vardı, uyuyamıyordum. Notlar almaya başladım, bir
baktım ki deneme gibi şeyler yazıyorum böyle.
“Sessiz ağıt” kitabım öyle çıktı. Onu yaptıktan sonra çok iyileştim.
Orada hem duygularımı, hem olayı, Necip’i, çocukları anlattım. Kendi içsesimdi
aslında. Fakat eşimin ailesi tarafından eleştirildim. Özeli paylaşmakmış.
Onları anlamaya çalışıyorum. Ben akıl yoldaşımı, aşkımı kaybettim, onlar da
oğullarını. Lisansüstü derslerimin kapsamında da yazdığım makaleleri bir araya
getirip bir kadın kitabı çıkardım. Sonra Küreselleşme ve aile diye bir dersim
vardı, oradaki yazıları yayınladım. Öğrencilerle tezler, projeler derken
kendimi işe verdim. Uykularım düzeldi. Sonra Müdür Yardımcılığı da yaptığım Ev
Ekonomisi Yüksek Okulu kapandı. Sağlık Bilimleri Fakültesi kuruldu Ankara
Üniversitesi’nde. Orada sosyal hizmet bölümünü açtım, 2008’de bölüm başkanı
atandım oraya. Aynı yılın sonunda arkadaşlarımın teşvikiyle seçimlere katıldım,
dekan oldum. Dekanlıkta ikinci dönemim şimdi. Derslere de giriyorum. Politik
Psikoloji Derneği’nin toplantılarına katılıyorum bazen. Sosyal hizmet alanında
uluslararası bir derneğin üyesiyim. Necip Hablemitoğlu Toplumsal Araştırmalar
Derneği’ni dört yıl önce kurduk ama faaliyete geçiremedik. Sebebi, bir gün
kapımda “Derneğinizi aramaya geldik” diyen bir grup polis görmek istememem.
Zaten bir gün kapı çalındı, delikten baktım resmi kıyafetli iki kişi. Polis
zannettim. Salona döndüm, “Geldiler çocuklar” dedim. Bu duyguya kapılmayan var
mıdır Türkiye’de bilmiyorum. Sitenin güvenlik görevlileriymiş. Döndüm, çocuklar
yine büzülmüş, bekliyorlar. Bana ilk söyledikleri “Babamla birlikte
görüntülerimizin olduğu cd’leri götür sakla. Babamla ilgili tek varlığımız
onlar” oldu.
KADIN
Ağırlıklı
olarak yaşlı ve kadın çalışıyorum. Toplumsal cinsiyet yazıları, Bilim ve
Teknolojide Kadının Görünmezliği, Kemalist Kadın Devriminin Anlamı başlıklı
çalışmalar yaptım. Son dönemde müthiş bir ayrışma var Türkiye’de ve kadın
üzerinden gücünü alıyor, hani kapalı kadın-açık kadın ayrımı. Ben bu durumdaki
hemcinslerimize kapatılan kadın diyorum; o kadar öykünmüşler ki kendini ifade
edebilen modern kadın tiplemesine. Neo-liberal yapıda, neoliberal dinle parayı
bulduktan sonra modern, açık kadının yaptığı her şeyi yapar hale geldiler. Bu
güzel bir gelişme. O kalıptan aslında sıyrılma isteği var. Kadınlar özerk
varlıklar değil Türkiye’de. Erkeğin alanında varolmak için erkekleşmek
gerektiği düşündürtülüyor kadınlara. Kapatılmış kadınlar için de geçerli bu, ne
yazık ki modern olduğu söylenen Cumhuriyet kadınları için de. En acı biçimde
onlar için geçerli. Diğeri zaten bir kısıtlamanın ardında varolma mücadelesi
sürdürüyor. Onların içinde çok saygı duyduğum, izlediğim feminist kadınlar var.
Dolayısıyla Cumhuriyet değerleriyle yetişmiş kadınların sıkıntıları da çok
büyük. Bence çok ciddi bir işbirliğine ihtiyaç var; kapatılmış kadınlarla
Cumhuriyet değerlerine inanan kadınların dayanışması olması şart. Herkes
kendisinden birazcık taviz vererek kadın olma noktasında birleşip erkek egemen
yapıya karşı mücadele etmek durumundalar. Bakın bu işin sonu hiç hoş değil. Bir
kadın çıkıyor, kendinden söz ettirebilmek için “Kocama kendi arkadaşımı sundum”
diyor, erkeklerle aynı yöntemi kullanıyor aslında. Varolma ve bulunduğu yapının
sesi olup oradan da rant elde etmek istiyor. Sakat olan tarafı da bu.
GEÇ GELEN
VEDA
Yakın
dostlarımız iki yıl boyunca bizi hiç yalnız bırakmadı. 2003 yazında onlarla bir
tekne tatiline gittik. Döndük üçümüz. Eve girdik. Telesekreter çalışmadı,
kaseti çevirip taktığımız anda Necip’in sesiyle karşılaştık. Nasıl oldu
bilemiyorum. 1995 yılında Moldova’da UNDP projesinde görev yaptığı sırada
bıraktığı bir kayıt bu. Biz onca yıl sonra dinledik. “Şengül burada elektrikler
kesik. Gece çıkmak zor oluyor, karanlık. Aramaya çalışmayın, o yüzden sizi
erken aradım ulaşamadım. Sizi çok seviyorum” diyor. Bir veda mesajı gibi oldu
bizim için. Üçümüz birden yığıldık, uzun süre kendimize gelemedik.
ERGENEKON
Ergenekon
meselesi çok komik. İddianameleri okumaya çalıştım. Veli Küçük, kocamın
öldürülmesi için Osman Yıldırım’a para vermiş; o kabul etmeyince Osman Gürbüz’e
teklif etmiş deniyor. Gizli tanıklardan biri,
Osman Yıldırım’ı suçlayan ifadeyi verdiğinde Osman Gürbüz zaten bir yıl
önce serbest bırakılmıştı. Burada güvenilir bir bilgiden söz edebilir misiniz?
Bu şımarıklık ve hakaret. Bir başka gizli tanık diyor ki, “Ben Şengül hanımla
görüştüm. O dinciler yaptı zannediyor” diyor. Doğru, onunla görüştüm ama
“Lütfen savcıya gidin anlatın” dedim. Çok da komik bir ismi var, Kıskaç! Eski
bir Ak Parti milletvekili aradı geçen yıl, “Mutlaka görüşelim, anlatacaklarım
var” dedi. Bana ne anlatacaksınız, savcıya gidin! Açıkçası böyle insanlardan
ürküyorum. Çünkü neredeyse marketten alıp getirdiğimiz pakette dinleme cihazı
var mı diye içine bakacak hale geldik. Ben gitsem adamla konuşsam ne olacağını
bilmiyorum ki! Ben sonuç itibarıyla işini yapmaya çalışan geride kalan bir eş
statüsündeyim. Git ilgililere anlat, basınla paylaş bildiklerini. Necip’in
öldürülmesi hala bir faili meçhul. Bundan öte bir şeyler söylemek ihtimaller
üretmeye girer. Başbakan da “Bizim dönemimizde faili meçhul olmadı. Olanlar da
aydınlatıldı” dedi. Demek ki faili biliyorlar. Eski İçişleri Bakanımız da
televizyonda “İçimizde ukte” dedi. O zaman bu kadar gücü olan bir iktidarın
gereğini yapmadığını düşünürüm. Kim örtbas etmiştir onu soralım yani. MİT
Müsteşarlığı falan sözkonusu değildi. Olsa bilirim herhalde. Bazen ben Necip’in
ölümünün nedeninin de bu tür tevatürler olduğunu düşünüyorum. Çok dedikoducu
bir toplumuz biz. Hayattayken bu tür söylenitler nedeni ile tazminat davaları
açtık biz.
TESADÜFLER
Harper
Lee’nin kitabı Bülbülü Öldürmek, eşimle ilk kez para verip aldığımız kitap. O
gençliğinde almış, ben ilkokul son sınıfta. Önemsediğim bir kitap. O bir
tesadüftü. Zaten benim eşimle karşılaşmam da bir tesadüftür. Filmlik
hikayelerimiz çok bizim. Ziraat Fakültesi Ev Ekonomisi Yüksek Okulu’ndayken
Devrim Tarihi hocamızdı ama çok da meraklı olduğum biri değildi. Hatta bazen
bana çok dikta davranışları olan biri gibi de geliyordu. Aramızda da 11 yaş
fark var. Mahallemizde okuma gruplarımız vardı bizim. Herşeyi okurduk, Red
Kit’ten Tommiks’e kadar. İkinci sınıftayken Tandoğan’daki kitap fuarına gitmiştim.
Kitapları toparlayıp dönmemle biriyle pat diye çarpışmam bir oldu. Kitaplar
yerlere saçıldı. Hem söylenip hem kitapları toplarken bir kafamı kaldırdım,
bizim hoca! “Burada ne yapıyorsunuz” dedi. Kitaplara bakıyorum, ne yapılır
burada? Bir sohbet başladı, orada anladım. Tavrı farklılaştı çünkü. Ondan sonra
ilgilenmeye başladı benimle. Kötü bir kağıdıma yüksek not verdi. O hep “Ben
seni seçtim” demiştir. Ben de benim tavladığımı söylemişimdir. Üçüncü sınıfın
son sınavlarında bize “Artık derslerinize gelmeyeceğim” dedi. Bir bozuldum, ne
demek yani? O yıl Faruk Sükan’ın bir kitabı çıkmıştı. O kitabı nasıl
bulabileceğimi sordum. Bir baktım final günü kitabı alıp getirmiş, arkasına da
telefonunu yazmış. “İhtiyaç olursa görüşebilirsiniz” yazmış. Aradım onu. Hemen
“Yemek yiyebilir miyiz?” dedi. İlk yemekte de evlenme teklif etti. Ailem çok hoşlanmadı ama o akademik yılın
başında nişanlandık. Okul bitince de 14 Temmuz 1986’da evlendik.
KANİJE
Büyük
kızımın adı Kanije. O fikir benden çıktı aslında. Lisedeyken bir arkadaşımın
adı Kanije’ydi. Hamile kalınca çocuğumuza bu ismi vermek istediğimi söyledim. O
da çok sevindi. Yurt dışındaki Türk eserleri ile ilgili bir sözlü tarih
çalışması yapmıştı. Kanije’yi falan biliyor, görmüş. Sonra birlikte de gittik
gördük. Kanije, Osmanlı’nın batıda ulaştığı son mevzii. Küçük kızımız olunca
ona da Uyvar adını verdik. Uyvar kalesi de Slovakya’da, Kuzeybatıdaki en son
nokta. Arkadaşlarımızın diline düştük. “Bundan sonraki Estergon mu olacak?”
diye kafa buluyorlardı bizimle. Tabii noktayı koymak zorunda kaldık. Uyvar,
mütercim tercümanlık okuyor. Kanije, hukuk son sınıfta. AİHM’de çalışmak
istiyor. Siyaseti denemek istedi bir ara. CHP Gençlik Kolları’na girdi.
“Babanın soyadından yararlanıyorsun” etiketiyle karşılaştı orada. Alay etmeye
başladılar, “Sen hiç hayatında Kızılay’a gittin mi?” gibilerinden. Devam
edemedi. Ben siyaseti düşünebilirim, düşünmemem için hiçbir sebep yok. Ama kim
çalışmak ister ki benim kafamdaki biriyle? Hiç zannetmem.
AİLEM
Kolay bir
çocukluğum olmadı benim. Annem ev hanımı
babam esnaftı. Eğitimli bir ailenin kızı değilim ben. Ama oturduğumuz yer
güzeldi, çevremiz insanı kendisine yatırım yapması için uyaranlarla doluydu.
İyi bir okula gittim. Deneme Lisesi biliyorsunuz Uğur Mumcu’dan, Doğu
Perinçek’e kadar çok insanın mezun olduğu bir okul. Bir de çok mutlu bir
ailenin çocuğu değildim, onu da söyleyeyim. Çok iyi geçinebilen bir anne baba
değillerdi bizimkiler. Her zaman bir huzursuzluk olurdu ailede. Aklınız sizi
yönlendiriyor. Çok okudum, bir de felaket gözlemciyimdir. Bazen rahatsız edici
bir şekle dönüşüyor kendi açımdan. Ebebeyn olarak neyi yanlış yaptıklarını
irdelerdim. Neden birbirleriyle anlaşamadıklarını çözmüştüm, onlar çözememişti.
İş ve kariyer açısından şanslı bir insanım ben. Hayal ettiği işi yapan ender
insanlardan biriyim. Akademisyenlik çocukluk hayalimdi. Hep siyah etek ceketli, beyaz gömlekli,
gözlüklü, saçı topuzlu bir profesör gelirdi gözümün önüne. Ben de yapacağım
bunu demiştim. Aile bilimci oldum. Doktoram da öyle. Şu anda sosyal hizmet
alanında çalışıyorum.
ADD
Babam Adalet
Partili’ydi, sonra da Demirel’i destekledi. Fanatikti, futbol takımı tutar
gibi. Ben Ecevit’e oy verdiğimde “Sen benim kızım olamazsın” demişti bu yüzden.
Bizim eve Tercüman gazetesi girerdi. Babama bazen Ahmet Kabaklı, Nazlı
Ilıcak’ın yazılarını okurdum. Onları okuyarak başka bir yöne yol aldım. Sosyal
Demokrat olarak tanımladım kendimi. Söyleyince başıma bir şey gelmeyecekse ben
hala kendimi Atatürkçü ve Kemalist olarak tanımlıyorum. Ulusalcı dersem de başıma
bir şey gelir mi? Bunu gönül rahatlığıyla söyleyemeyeceğimiz günlerden
geçiyoruz maalesef. Ama temelde sosyal demokratım. İdeolojim insan benim. Eşim
Basın Yayın mezunu, gazeteci kökenli. Ben de akademisyenim. Sosyal olaylara
uzak kalamayız, kafa yormanız gerekiyor. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin
gerekliliğine inanan ama kötü bir yere götürüldüğünü de gözlemleyen insanlarız.
ADD’de yöneticilik istemiyordum. Arkadaşlar çok ısrar etti aday olmam için.
Kongrede ADD’ye parti gibi bakıldığını görüp şaşırdım o gün. Liste yüzünden
evimize girmiş çıkmış insanların o gün bana selam vermediğini gördüm. Hoşnutsuz
şekilde o seçime girdim. Mevcut yöneticilerin ağırlıkta olduğu karma bir
listeyle seçilince ayrılacağımı da deklare ettim. Pazar günü o dönemin başkanı
Şener Eruygur telefonla aradı. Estim yağdım ona. Kızgınlığım vardı. Ben ve eşim
ADD’nin etkinliklerine hep katıldık. Ama ben kendisini Necip için yaptığımız
anma toplantılarında hiç görmedim. Ertesi gün dilekçemi faksladım, zaten olay
patladı. Bu insanlar pat diye gözaltına alındı. Meşhur yandaş basın, “Eşini
öldürenlerin olduğu dernekte çalışamayacağını anladı ve ayrıldı” diye yazdı.